PKK'nın 12. Kongresi’nde yayımladığı sonuç bildirisi, örgütün silah bırakma kararını duyursa da, satır aralarında siyasi taleplerin Türkiye’ye kabul ettirilmesi amacı taşıdığı görülüyor. Lozan ve 1924 Anayasası’nı reddeden PKK, Sevr’e dönüş çağrısı yaparak milli egemenliği hedef alıyor

Terör örgütü PKK'nın 12. Kongresi’nde yayımladığı sonuç bildirisi, sözde silah bırakma kararı olarak lanse edilse de satır aralarına bakıldığında bu adımın, yeni bir siyasi sürece geçiş amacı taşıdığı ve örgütün taleplerini Türkiye Cumhuriyeti’ne kabul ettirme yönünde bir baskı mekanizması olarak kurgulandığı net biçimde görülmektedir. PKK’nın “PKK adıyla yürütülen çalışmaları sonlandırma” ifadesi, bir tür isim değişikliğiyle devam eden faaliyetleri meşrulaştırma çabasını açıkça ortaya koymaktadır.

Bildiri, örgütün yalnızca silahlı mücadeleyi değil, aynı zamanda Türk devletinin temel kuruluş değerlerini hedef aldığını da göstermektedir. Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasası'nı doğrudan reddeden PKK, bu belgeleri “Kürt inkâr ve imha siyaseti” nin temel dayanağı olarak göstermekte ve Sevr Antlaşması’na zımnen dönüş çağrısı yapmaktadır. Bu yaklaşım, yalnızca Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesine bir saldırı değil, aynı zamanda milli egemenliğe karşı yürütülen ideolojik bir operasyondur.

Örgüt, Abdullah Öcalan’ın siyasete dönmesini bir ön şart olarak öne sürmekte; bu talebi de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin “tarihi bir rol” üstlenmesi gerektiği sözleriyle dolaylı olarak anayasal bir çerçeveye oturtmaya çalışmaktadır. Bu, yalnızca hukuki değil, aynı zamanda milli bütünlüğe kasteden bir taleptir. Zira Öcalan’a siyaset yapma hakkı tanınması, binlerce insanın canına mal olmuş bir terör geçmişinin meşrulaştırılması anlamına gelir.

PKK'nın bildiride kullandığı dil, Türkiye’yi “soykırım” ve “asimilasyon”la suçlamakta, 1990’lı yıllarda Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ölümünü devletin “savaş siyaseti”ne bağlayarak iç siyasete yönelik açık bir karalama kampanyası yürütmektedir. Bu tür ifadeler, yalnızca tarihi gerçekleri çarpıtmakla kalmayıp, aynı zamanda uluslararası kamuoyunu Türkiye'ye karşı kışkırtmayı hedefleyen tehlikeli bir stratejinin parçasıdır.

Örgüt bildiride ayrıca, “Demokratik Ulus” anlayışı çerçevesinde Ortak Vatan vurgusu yapsa da, bu anlayış Sevr'e dayanan, ulus-devlet yapısını reddeden ve etnik temelli bir yapı öngören yeni bir rejim teklifidir. Bu yaklaşım, Atatürk'ün millet tanımına ve Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter yapısına doğrudan tehdittir.

Dikkat çeken bir diğer unsur, bildiride Deniz Gezmiş gibi devrimci figürlerin adının kullanılmasıdır. Ancak bu atıf, geçmişin ideallerini istismar etmekten başka bir şey değildir. Zira, Deniz Gezmiş’in mücadele anlayışı ile PKK’nın etnik temelli ayrılıkçı yapısı arasında hiçbir ideolojik bağ yoktur. PKK, bu tür isimleri kullanarak Türkiye solunu manipüle etmeyi ve kendisine toplumsal zemin yaratmayı amaçlamaktadır.

PKK, uluslararası güçlere yaptığı çağrılarla “Kürt soykırımı” iftirasını tanıma ve çözüm sürecine destek verme çağrısında bulunarak, uluslararası müdahale zeminini oluşturmak istemektedir. Hürriyet gazetesinde yer alan habere göre, silahların BM gözetiminde teslim edilmesi isteği de bu stratejinin bir parçası olup, Türkiye’nin egemenlik alanına doğrudan dış müdahale anlamı taşımaktadır.

Emekli Tuğgeneral Naim Babüroğlu’nun “Bu bildiri Lozan’ı reddediyor, Cumhuriyet’i reddediyor, Sevr’in geçerli olduğunu kabul ediyor” değerlendirmesi, durumu net bir şekilde özetlemektedir. Bu bildirinin kabul edilmesi ya da ciddiye alınması, devlet aklıyla bağdaşmayacak bir zafiyet anlamına gelir.

Hatırlanmalıdır ki, yıllar önce dönemin Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani de PKK’nın şartlarını açıkça dile getirmiş, genel af, anayasal değişiklik ve çok uluslu yapı taleplerini kamuoyuna aktarmıştı. Bugün geldiğimiz noktada, PKK’nın bu taleplerinin anayasa değişikliği üzerinden tekrar gündeme getirilmesi, Oslo görüşmeleri ve açılım süreciyle başlayan çözülme siyasetinin devamı niteliğindedir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ilkelerini ve milli bütünlüğünü hedef alan bu tür bildirilerin, hangi kisve altında olursa olsun, yok hükmünde sayılması ve kamuoyunun da bu tür girişimlere karşı dikkatli ve duyarlı olması elzemdir. Atatürk’ün kararlılığıyla tarihin çöplüğüne atılan Sevr Antlaşması, hiçbir dış dayatma ve iç teslimiyetçi anlayışla geri getirilemez. Türkiye Cumhuriyeti’nin bekası, egemenliğin ve anayasanın tartışmaya açılmadığı bir milli kararlılıkla korunmalıdır.