Modern toplumların ortak yarası sevgisizliktir; bireysel yalnızlık, Ekonomik ve kültürel baskılarla derinleşirken çözüm sevgi, şefkat ve vicdanla mümkündür.
MODERN TOPLUMLARIN ORTAK YARASI NE?
İçinde yaşadığımız çağın teknolojik konforu, bireysel özgürlükleri ve ekonomik bolluğu, insani değerlerle ne kadar örtüşüyor? Dünya her geçen gün daha fazla gelişiyor; gökdelenler yükseliyor, yapay zekâ hayatımıza yön veriyor, iletişim bir tık uzağımızda... Ancak insan ruhu aynı hızla gelişmiyor. Aksine, sevgi yoksunluğu, bireyden devlete, sokaktan meclise kadar tüm katmanlarda kendini derin bir eksiklik olarak hissettiriyor.
TÜİK verilerine göre, bireylerin %54'ü kendini “yalnız” hissediyor. Dünya Mutluluk Raporu’nda ise Türkiye, 143 ülke arasında 98. sırada yer alıyor. Bu sadece ekonomik bir mesele değil; aynı zamanda derin bir "insani temas kaybı" sorunu. Bunun ardında ise tek bir kelime yatıyor: Sevgisizlik.
TOPLUMSAL DOKUDA NELER ÇÖZÜLÜYOR?
Günlük yaşamda karşımıza çıkan küçük olaylar, aslında büyük bir sorunun parçası. Market sırasında yaşanan telaş, düşen paketi yerden kaldıran bir el, içimizi umutla doldurabiliyor. Ama bu küçük anların kıymeti, toplumsal genelde yaşanan duyarsızlık karşısında sönük kalıyor.
Komşusunu tanımayan birey, sokakta acı çeken bir hayvana sırtını dönen toplum, evladına sarılmayı unutan ebeveyn, vicdanıyla değil menfaatiyle hareket eden bürokrat... Her biri tek bir temel sorunla bağlantılı: Kalpten uzak düşmek.
Özellikle büyükşehirlerde insanların birbirine tahammül edememesi, trafik tartışmalarının cinayete dönüşmesi, sosyal medyada empatiden uzak yorumlar... Bunlar sadece davranış bozukluğu değil; ruhsal çoraklaşmanın birer yansıması.
EKONOMİK VE KÜLTÜREL ETKENLER SEVGİYİ NASIL ZAYIFLATTI?
Ekonomik sıkışmışlık, bireysel gelecek kaygısı ve güvensizlik duygusu, sevgiyi daha da içe çeken bir duvar örüyor. Birey, ayakta kalmak için mücadele ederken, nezaket ve empati gibi duyguları savunmasız bırakıyor. Rekabet kültürü, başarıyı tek başına ulaşılacak bir zirve gibi gösterdiği için paylaşmayı değersizleştiriyor. Kolektif ruh yerini bireysel kurtuluş reçetelerine bırakıyor.
Kültürel olarak da televizyon dizilerinden sosyal medya içeriklerine kadar “kazananın her şeyi aldığı” ve “zayıfın ezildiği” bir paradigma pompalanıyor. Oysa sevgi, zayıfa omuz vermekle, güçlüyle omuz omuza yürümekle çoğalır. Bugün unuttuğumuz da tam olarak bu: Kalp paylaşınca büyür.
İNANÇ, AİLE VE EĞİTİM ÜÇGENİ NEREDE KIRILDI?
Sevgisizlik, sadece sosyal hayatı değil, inanç dünyasını da etkiliyor. Dini ritüellerin şekilsel kalması, manevi değerlerin duygudan arınması, insanı varoluşsal yalnızlığa sürüklüyor. Yunus Emre’nin "Sevgiyle pişmeyen aş, yenmez" sözü, bugünün en derin teşhisi gibi.
Ailede sevgi, sadece karın doyurmakla sınırlanır hale geldi. Eğitim sistemi başarı odaklı, karakter temelli değil. Öğrenciye bilgi veriliyor ama vicdan eğitimi göz ardı ediliyor. Sonuç: Duygularını bastıran, bencilce yönlenen bireyler topluluğu.
SEVGİ YOKSA NE VAR?
Sevginin olmadığı yerde şiddet, tahammülsüzlük, kutuplaşma, çıkarcılık, narsisizm vardır. Bugün yaşadığımız tüm siyasal, sosyal ve kültürel krizlerin temelinde bu "sevgisizlik virüsü" yer alıyor. Bir kelimeyle başlıyor, ama sonuçları yüzyıllara yayılıyor.
KALPLERE YENİDEN SU SERPMEK MÜMKÜN MÜ?
Evet, mümkündür. Çünkü hâlâ düşen bir paketi yerden kaldıran biri varsa, hâlâ gözünün içine bakarak “geçmiş olsun” diyen bir komşu kaldıysa, hâlâ bir çocuğun başını okşayan eller varsa... Umut da vardır.
Çözüm sevgide, şefkatte, empati ve duada gizlidir. Ne demişti Mevlânâ: “Sevgide güneş gibi ol.” Belki de yüzyıllar öncesinden bugüne bırakılan bu çağrıyı, bir kurtuluş ilhamı olarak almak gerekir.