Genç kaymakam, çay ocağındaki boyacı çocuğun “Ben hep aynı boyarım” sözüyle eşitlik ve vicdan üzerine derin bir ders aldı. Bu hikâye, kamu yönetiminde adaletin, çocuk emeğiyle mücadelede sosyal politikanın ve kırsal dayanışmanın önemini vurguluyor.

KAYMAKAM HANGİ DERSİ ALDI?

Genç kaymakam, yeni görev yaptığı ilçeyi gezerken sıradan bir çay ocağında karşılaştığı küçük bir çırak boyacının sözleriyle meslek hayatının en keskin derslerinden birini aldı. Ayakkabısı boyalı, eli maharetli ama omuzlarında annenin ilaçları kadar ağır bir sorumluluk taşıyan bu on iki-on üç yaşlarındaki çocuk, kaymakamın teklif ettiği “daha çok para için ayırım yapma” önerisini, “Ben hep aynı boyarım” cümlesiyle reddetti. Bu cümle, yalnızca bir ahlâk dersi değil; kamusal görev anlayışına ilişkin bir uyanışın kıvılcımı oldu. Kaymakam, cebindeki en büyük parayı verdi, iletişim sözü verdi, öğretmeni ziyaret edip ilgisini sürdüreceğine dair taahhütte bulundu ve masasına yazdıracağı bir ilkeyi belirledi: “BİZDE HERKES AYNI OLUR.”

“BİZDE HERKES AYNI OLUR” NEYİ İFADE EDİYOR?

Kısa, net ve evrensel: Onurlu eşitlik. Bu söz, ayrımcılığa, imtiyaza ve ikiyüzlü uygulamalara bir itirazdır. Bir kamu yöneticisinin ağzından çıkıp yönetim pratiğine dönüştüğünde ise simgesel bir etki yaratır. Ancak simgeyle uygulama arasındaki mesafe her zaman sancılıdır; kaymakamın itiraf ettiği gibi “bazen uygulamakta zorlansa da asla taviz vermemeye çalışması” gerçekçi bir ikilem sunuyor. Eşitlik, yalnızca sözde kalmamalı; sosyal hizmetler, eğitim fırsatları, sağlık erişimi ve çocuk koruma mekanizmalarıyla somutlaştırılmalıdır.

BU HİKÂYE TOPLUMSAL BİR GERÇEĞE İŞARET EDİYOR MU?

Evet. Hikâye, kırsal ve küçük yerleşimlerde hâlâ canlı olan dayanışma ve fedakârlık kültürünü gösterdiği kadar, yoksulluk kaynaklı çocuk emeğinin ve sosyal güvenlik boşluklarının da fotoğrafını çeker. Bir çocuğun okul ve çalışma ikilemi, yalnızca bireysel bir dram değildir; eğitim sisteminin, yerel hizmetlerin ve sosyal yardım ağlarının eksiklerinin yansımasıdır. Kaymakamın müdahalesi bireysel düzeyde olumlu bir örnek olsa da, kalıcı çözüm için kurumsal adımlar gereklidir: düzenli taramalar, kentin kırsal bağlantılarının güçlendirilmesi, eğitim destek programları ve ailelere yönelik sosyal yardımlar.

BÜROKRASİNİN İNSANİ YÜZÜ ÖRNEK Mİ, İSTİSNAMI OLMALI?

Hikâye, kamu görevlisinin insanî duyarlılığının ne kadar etkili olabildiğini gösteriyor. Ancak ideal olan, bireysel vicdanın değil, sistemin böyle davranışı zorunlu kılmasıdır. Yönetim, sadece yardım dağıtan birimler değil; aynı zamanda adalet, fırsat eşitliği ve onur koruyucusu olmalıdır. Kaymakamın isimliğinin arkasına yazdırdığı öğreti sembolik bir başlangıç; asıl sınav, bu ilkenin kurum içindeki prosedürlere, işe alım-pratiklerine, kaynak dağılımına ve çocuk politikalarına nasıl yansıtıldığıdır.

BU ÖYKÜDEN HANGİ ÇIKARIMLARI YAPMALIYIZ?

Bu kısa ama yoğun yaşanmışlık bize şunu söylüyor: “İnsan olmak kuruş ile değil duruş ile ölçülür” sözü yalnızca güzel bir vecize değil; kamusal yaşamın prensibi olmalıdır. Yerel yöneticilerin empatisi önemlidir; fakat kalıcı değişim, empatiyi kurumsal hâle getirecek plan, bütçe ve izleme mekanizmalarıyla mümkün olur. Eğitimcinin çocuklara aşıladığı etik değerler kırsal toplulukların en sağlam sermayesidir — bu sermaye görünür kılınmalı, korunmalı ve politikaya dönüştürülmelidir.