Finansal kararlar kişiye özgü stratejiler gerektirir. Enflasyon, zamanın maliyeti ve yatırım araçlarının reel getirisi göz önüne alınmalıdır.

Tasarruflarını değerlendirmek isteyen bireylerin en sık karşılaştığı figürlerden biri, ekranlarda ya da köşe yazılarında görüş bildiren “ekonomi yazarları”dır. Ancak kamuoyundaki yaygın kanaatin aksine, ekonomi yazarlığı yatırım danışmanlığı anlamına gelmez. Bu iki alanın birbirine karıştırılması, özellikle bireysel yatırımcılar için ciddi bilgi kirliliklerine ve yanıltıcı beklentilere yol açmaktadır. Oysa ki finansal kararlar; bireyin gelir düzeyinden harcama eğilimlerine, risk algısından yaşam hedeflerine kadar birçok özel parametreye göre şekillenir. Bu nedenle “parayı nereye yatırmalı?” sorusunun evrensel ve tekil bir cevabı yoktur; sadece kişiye özgü stratejik yaklaşımlar söz konusudur.

Genç yatırımcıların beklentileri, çoğu zaman kısa vadeli ve yüksek getirili olur. Örneğin 10 ya da 20 bin liralık birikimi olan bir gencin, bu parayı yüzde 50 artırma arzusu, çoğu zaman soyut bir kazanç hayalinden öteye gitmez. Ancak bu yaklaşım, hedefin ne olduğunun belirsizliğini de beraberinde getirir. Bugün gerçekleştirilebilecek bir harcama, bir yıl sonra fiyat artışları nedeniyle mümkün olmayabilir. Türkiye gibi yüksek enflasyon ortamlarında zaman, yatırımcının lehine değil, aleyhine işler. 2024 ve 2025 yıllarında yüzde 70’lere varan TÜFE oranları, yatırımcılar için zamanın gerçek maliyetini ortaya koymuştur. Bu bağlamda, “Bugün yapabileceğiniz bir harcamayı neden erteliyorsunuz?” sorusu sadece bireysel değil; aynı zamanda yapısal bir ekonomik eleştiriyi de içinde barındırır.

Daha büyük meblağlar söz konusu olduğunda da farklı bir tablo oluşmaz. İki milyon lirası olan bir kişi, bu birikimiyle bir yıl içinde yüzde 50 getiri hedeflediğinde, çoğu zaman bu ek gelirle yapılacak harcamaları da planlamıştır. Ancak bu noktada kritik olan şudur: Eğer bu harcama bugünkü değerle mümkünse, ertelenmesinin mantığı nedir? Zira bir yıl sonra elde edilecek fazladan nakit, mevcut alım gücünün çok gerisinde kalabilir. Türkiye’de paranın zamana karşı erimesi hızlıdır ve bu gerçeklik yatırım kararlarının ertelenmesini riskli hale getirir.

TÜİK’in mayıs ayında yayımladığı son verilere göre, son bir yıl içinde resmi enflasyon oranına kıyasla reel getiri sağlayan tek finansal araç yüzde 25 ile külçe altın olmuştur. Onu yüzde 6 ile mevduat izlemektedir. Buna karşın borsa, döviz ve devlet iç borçlanma senetleri reel kayıp yazmıştır. Borsa özelinde yüzde 34’lük reel kayıp dikkat çekicidir. Dövizde ise dolarda yüzde 11, euroda yüzde 7 reel kayıptan söz edilmektedir. Bu veriler, yatırımcının beklentilerini yeniden gözden geçirmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Üstelik bu oranlar, resmi TÜFE’ye göre hesaplanmış olup, vatandaşın günlük yaşamda hissettiği enflasyon çok daha yüksektir. Bu durumda mevduatın pozitif getirisi bile tartışmalı hale gelmektedir.

Dün de cenaze namazını izledim. Bir insan, bir buçuk yılda koskoca kentin sevgisini ancak bu kadar kazanabilir. Ne mutlu ailesine, Zeyrek’ten kendilerine böylesine bir manevi miras kaldı.

Bir belediye başkanının, sadece hizmet değil, ahlaki duruşla da anılması; ekonomi yazarlığının da sadece rakamlarla değil, toplumsal vicdanla ilişkili olduğunu göstermektedir. Rant çetelerine karşı direnen bir ismin ardından gelen yas, aslında ekonomik yozlaşmanın birey üzerindeki baskısını gözler önüne sermektedir. Bu nedenle ekonomi sadece para değil, aynı zamanda güven, adalet ve vicdan meselesidir.

Sonuç olarak, bireyler yatırım kararlarını verirken sadece kazanç hesaplamalarıyla değil; zamanın değeri, enflasyonun etkisi ve toplumsal güven duygusuyla da yüzleşmelidir. Ekonomi yazarlığı da bu süreçte kılavuzluk eden bir bilinçtir, sihirli bir formülün değil, gerçekçi bir farkındalığın sesidir.

NOT: Bu bilgiler yatırım tavsiyesi değildir.