Genç öğretmen Züleyha ile Pütürge’de yaşayan İmmihan arasında kurulan derin bağ, kırsal dayanışmanın ve fedakârlığın dokunaklı bir örneği. Bu hikâye, sağlık ve eğitim politikalarının insani yönünü, unutulmuş kahramanların görünürlüğünü ve toplumsal vefanın önemini vurguluyor.

İMMİHAN VE PÜTÜRGE: BU DOSTLUK NASIL DOĞDU?

Telefon hattı üzerinden ağlayarak anlattığı yaşam öyküsünde Züleyha, Pütürge’nin bir dağ köyünde üç yıl boyunca kendisini evlat bilen İmmihan ve Derviş çiftinin adını hep saygıyla anıyor. Öğretmen olarak ilk görev yeri olan köyde tek odalı lojmana hiç yatmadan, “seni asla yalnız bırakmayız” diyen insanların evinde misafir kalan Züleyha, vefa ve muhabbetin en çarpıcı örneklerinden birini yaşamış. Bu tür bağlar, Türkiye’nin kırsal dokusunda sıkça rastlanan, karşılıksız destek ve komşuluk kültürünün somut tezahürleri; genç bir öğretmen ile emekli, yaşlı hane arasında kurulan duygusal karşılıklılık, toplumsal sermayenin görünür biçimidir.

BOLU’DAN PÜTÜRGE’YE: BİR TAYİN HİKÂYESİ NELER SÖYLÜYOR?

Züleyha’nın Bolu’ya tayin olması, göç olgusunun ve memur rotasyonlarının kişisel düzeyde nasıl izler bıraktığını gösteriyor. Köyde kurduğu bağları geride bırakıp “memleketine” dönmek zorunda kalan öğretmenin anıları, göçmenlik/yer değiştirme sürecinin dayanışma ve ayrılık temalarını bir arada taşır. Davetiyeye bantlanan çeyrek altın gibi küçük ama sembolik jestler, kırsal kültürde vefanın hem mali hem manevi ifadeleridir.

İMMİHAN’IN METANETİ: ANNE SEVGİSİ HANGİ SINIRLARA ULAŞIR?

İmmihan’ın hastalığını ve ölümünü saklaması; “Hamileliğine zarar gelir” diyerek Züleyha’dan doğuma dek sessiz kalmasını istemesi, anadilli, analık ve fedakârlık temalarını yoğunlaştırıyor. Bu davranış yalnızca bireysel bir metanet örneği değildir; aynı zamanda sağlık hizmetlerine erişimde, kadınların kronik yükümlülüklerinde ve toplumsal açıklığın sınırlı olduğu bağlamlarda görülen bir koruyucu refleksin sembolüdür. İmmihan, kendi acısını erteleyerek yeni bir hayatın doğuşunu korumayı tercih etti — bu, toplumun mikro düzeyde birbirini kollama biçimlerinin trajik fakat yürek burkan bir göstergesidir.

İLETİŞİM VE KAYIP BAĞLAR: NEDEN NUMARALAR KAYBOLDU?

Züleyha’nın telefon numarasını kaydetmemesi, sonra da iletişimin kopması, günümüz dijital alışkanlıklarıyla gelen yüzeysellik sorununu akla getiriyor. Oysa küçük köylerde bile kurulan bağlar derin ve hayatî olabilir; bunların korunması geçmişle iletişimin sürdürülmesini gerektirir. Bu örnek, toplumsal hafızanın zayıflığı, göçün koparıcı etkisi ve bireylerin birbirini takip etme/destekleme sorumluluğunun önemini hatırlatıyor.

BU HİKÂYE BİZE NE SÖYLÜYOR VE NE YAPMALIYIZ?

Züleyha’nın anlattıkları, vefa, fedakârlık ve kırsal dayanışmanın günümüzde hâlâ canlı olduğunu gösterirken; aynı zamanda sağlık hizmetleri, sosyal destek ağları ve köy-kent iletişiminin güçlendirilmesi gereğini de hatırlatıyor. Yerel yönetimler ve eğitim kurumları, kırsal öğretmenlerin sosyal entegrasyonunu, sağlık taramalarını ve iletişim altyapısını sistematik olarak desteklemelidir. Ayrıca, bu tür öyküler medyada yer bulduğunda, toplumun unutulmuş kahramanlarına — İmmihan gibi — görünürlük kazandırmak, kamu bilincini artırmak bakımından önem taşır.

Bir yandan sıradan bir insan ilişkisi; öte yandan devlet-vatandaş ilişkilerinin, sağlık ve eğitim politikalarının mikro temsili. İmmihan’ın sessiz fedakârlığı ve Züleyha’nın hıçkırıklarla paylaştığı anılar, başkalarının hikâyelerine kulak vermenin, unutanı hatırlatmanın ve küçük iyiliklerin büyük anlam taşıdığını tekrar teyit ediyor. Toplum olarak görevimiz, böyle örnekleri sadece duygusal bir anekdot olarak bırakmamak; onları politika yapıcıların gündemine taşımak ve kırsal dayanışmayı güçlendirecek somut adımlar atmaktır.