Türkiye’nin kamu borcu ve özelleştirme gelirleri rekor seviyeye ulaştı! 10,5 trilyon TL’yi aşan borçlanma ve 68 milyar dolarlık özelleştirme gelirine rağmen, kalıcı kamu yatırımları sınırlı kaldı. Ekonomik kaynakların nasıl kullanıldığı büyük soru işareti yaratıyor.
Türkiye Cumhuriyeti, 1923'te savaş yorgunu, kaynakları tükenmiş bir ülke olarak yola çıktı. Ancak 2002 yılına kadar geçen 79 yılda kamu borcu 258 milyar 921 milyon TL’ye ulaşırken, ülke güçlü bir altyapı ve sanayi temelini de inşa etti. Yüzlerce fabrika, onlarca baraj, hastane, üniversite ve okul; elektrik, su ve iletişim ağları kuruldu. Türkiye’nin bu dönemdeki kalkınma hamlesi kamu yatırımlarıyla mümkün kılındı. Üstelik bu yatırımlar, borçluluk oranı bugünküyle kıyaslanamayacak kadar düşükken gerçekleştirildi.
Ancak 2002’den günümüze gelen 23 yıllık süreçte tablo çok daha farklı bir yönde gelişti. Kamu borcu 10 trilyon 750 milyar lirayı aştı. Artış yaklaşık 10,5 trilyon lira. Ayrıca 68 milyar dolarlık özelleştirme geliri elde edildi. Petkim, Tüpraş, Erdemir, Tekel, Telekom gibi kamuya ait kritik üretim ve iletişim tesisleri özel sektöre devredildi. Bu kaynakların büyük bölümü ise kalıcı ve üretken yatırımlar yerine tüketim ya da kısa vadeli kalkınma projelerinde kullanıldı.
Bugün Türkiye’de kamuya ait büyük ölçekli bir sanayi tesisi kuruldu mu? Hayır. Yeni bir kamu üniversitesi veya hastane zinciri planlandı mı? O da hayır. Hükümetin açıkladığı yatırımların çok büyük kısmı yap-işlet-devret (YİD) modeliyle özel sektör eliyle yapıldı. Bu modelde, devlet garantileriyle yapılan projelerin geri ödeme yükü ise halkın üzerine kaldı. Devletin kasasından doğrudan para çıkmasa bile, köprüden geçmeyen, hastaneye gitmeyen, havalimanını kullanmayan vatandaşa dolaylı vergi yükü bindirildi.
En çarpıcı örneklerden biri şehir hastaneleridir. Sağlık yatırımı gibi görünse de bu projeler devletin 25-30 yıllık kira ödeme garantileriyle inşa edilmiştir. Aynı şekilde, İstanbul Havalimanı, Kuzey Marmara Otoyolu, Avrasya Tüneli gibi projeler de benzer şekilde borçlandırıcı mekanizmalarla finanse edilmiştir.
2023 yılı verilerine göre Türkiye, borçlanmasında rekor düzeyde artış yaşarken; altyapı, eğitim ve sanayi yatırımlarında ciddi bir atılım yapamamıştır. Türkiye’nin Ar-Ge harcamalarının GSYH’ye oranı hâlâ %1’in biraz üzerindedir. 2002-2025 arasında eğitim sisteminde reformlar yapılmış gibi görünse de, uluslararası sıralamalarda gerileme gözlemlenmiştir. Yani eldeki kaynakların stratejik planlamayla değil, kısa vadeli siyasi önceliklerle harcandığı anlaşılmaktadır.
Asıl soru budur: 10 trilyon lirayı aşkın borç ve 68 milyar dolarlık özelleştirme gelirine karşılık neden kalıcı, üretken ve görünür kamu yatırımları ortada yok? Bu paralar hangi harcamalara yönlendirildi? Borç yükü artarken halkın refahı neden hissedilir düzeyde iyileşmedi?
Bu sorular, sadece siyasi değil, aynı zamanda ekonomik bir muhasebenin gerekliliğine işaret ediyor. Kamunun harcamaları daha şeffaf, hesap verebilir ve uzun vadeli kalkınma hedeflerine odaklı hale getirilmeden, “para nerede?” sorusu yanıtsız kalmaya devam edecektir. Çünkü mesele sadece bütçe açıkları değil; aynı zamanda gelecek nesillere bırakılacak borçların niteliği ve karşılığında yaratılan değerin ne olduğudur.