Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda mağlup olan Osmanlı İmparatorluğu’nun neticede 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mütarekesi’ni imzalama durumuna gelmesi ile İtilaf Devletleri’ne bu büyük imparatorluğu ortadan kaldırma, yani Şark Meselesini tamamen kendi istedikleri şekilde halletme fırsatını vermiş akabinde Çukurova’da İngiliz-Fransız ortak harekâtı 1918 yılının Aralık ayında başlayarak, 19 Aralık günü Osmaniye ve 27 Aralık günü de Pozantı’nın işgal edilmesiyle tamamlanmıştır.

Bir müddet sonra yani 15 Eylül 1919 tarihinde, gerçekleşen “Suriye İtilafnamesi” ile bölge tam
bir Fransız işgaline dönüşmüştür. Bölge halkının bu işgale başından beri karşı koyması, bu
yöredeki milli mukavemetin temelini oluşturmuştur.
Ayrıca bölge halkını harekete geçirecek başka sebepler de mevcuttur. Bunlardan birisi de,
Fransızların silahlandırıp himaye ettiği Ermeniler yüzünden; Türklerde can, mal ve namus
emniyeti diye bir şey kalmamıştır.
İşte bu durum karşısında halk, devletten beklediğini bulamamış ve nefs-i müdafaa durumuna
geçerek bölgede “Çete Harbi”ni başlatmıştır. Önce ferdi, sonra kitle hareketine dönüşen bu
mücadele, güneyde Milli Mukavemeti ortaya çıkarmıştır. Böylelikle bütün Çukurova’da başlayan
milli direnişler, Osmaniye mıntıkasında da kendisini göstermiştir.
Bu milli direnişlerin sonucunda Bahçe ve Haruniye’de (Düziçi) yapılan savaşlar; Osmaniye’de
Kovanbaşı ve Kanlı Geçit Savaşları ve Mamure Baskını adıyla önemli muharebeler cereyan
etmiştir.

Fransızların Antep ve İslâhiye ile irtibatı kesmiyerek buradaki birliklerini takviye etmek, ayrıca
Katma-Kilis ve Halep yollarını elde tutmak istediklerinden dolayı Osmaniye’deki demiryolu ve
karayoluna hâkim olma çabaları, Kuva-yı Milliye Teşkilatı ve çetelerin Çukurova’daki kahramanca
direnişleri nedeniyle Fransızlar buradaki bütün ümitlerini bitirmiş ve gerekli olan asker ve
cephane sevkiyatlarını etkili bir şekilde Antep, Maraş ve Urfa civarına yapamaz hale getirmiştir.
Bu mücadele ile Antep’in Gazi, Maraş’ın Kahraman ve Urfa’nın Şanlı olmak payelerini almalarında
katkısı bulunmuştur.

Bu nedenle Fransa, 20 Ekim 1921’de Türkiye ile Ankara İtilafnamesi’ni imzalayarak bölgeyi terk
etmiştir. Bu itilafnameye göre; 5 Ocak 1922’de Adana’dan ve 7 Ocak 1922’de de Osmaniye’den
çekilerek, geldikleri gibi gitmişlerdir.
Dolayısıyla Kahraman Maraş Edeler Diyarı, Aydın Efeler Diyarı, Erzurum Dadaşlar Diyarı, Elazığ
Gakgoşlar Diyarı ise Kurtuluş Savaşında verdiği amansız mücadele ve şehitleriyle ve terörle
mücadeleye verdiği yüzlerce Şehitle, Osmaniye Şehitler Diyarı olup Şehitlerin Başkentidir.
Osmaniye, Kurtuluş Savaşında cereyan eden birçok olay ve kahramanlar ortaya çıkarılarak elle
tutulur, gözle görünür hale getirilerek bu değerler ve olayları anlatan kabartmalar, rölyefler ve
heykeller Devlet Bahçeli Meydanındaki park içerisine-Osmaniye’nin içinden geçen kara yolları ve
çevre yolları üzerindeki kavşak noktalarına yapılmalıdır. Öğrenciler ve vatandaşlar Kurtuluş
Parkını gezerek milli mücadelede dedelerinin ve hemşehrilerinin vermiş olduğu kahramanlıkları
görerek onlarla gurur duymalıdır.

Atatürk’ün 16 Ocak 1925'teki Osmaniye'yi ziyareti yerine 31 Ekim 1918 tarihindeki ziyaretini
kutlama tarihi olarak kabul etmeli ve Kurtuluşun Karar Yeri olarak Osmaniye ilan edilmelidir.
Neden mi? İşte sebebi;
Padişah Vahdettin, Cuma selamlığında, Atatürk'ü, Suriye-Filistin cephesine tayin etti. 7 Ağustos
1918'de ikinci defa Suriye-Filistin'deki 7. Ordu Komutanlığı'na atandı.7. Ordu, Alman Liman Von
Sanders'in komutasındaki Yıldırım Orduları'na bağlıydı. 1 Ekim 1918'de Şam, İngilizlerin eline
geçti. Yıldırım Orduları dağılmış, birliklerde emir komuta kalmamıştı.
Atatürk düşünüyor, taşınıyor, fiilen komutayı ele almaya karar veriyor: “Adeta delice bir emir
verdim: Şam'da bulunan bütün kuvvetler benim orada bıraktığım İsmet (İnönü) Bey'in emri
altında, Rayak taraflarındaki kuvvetler de Ali Fuat Paşa kumandası altında kuzeye hareket
edeceklerdir.”
Atatürk, tıpkı 1915'te Çanakkale'de *Arıburnu çıkarması sırasında yaptığı gibi yine “inisiyatif”
kullanıyor. Böyle bir emri, o sırada *Atatürk'ün komutanı olan Liman Von Sanders bile ancak
başkomutanlığa sorup izin alarak verebilirdi. Atatürk'ün “delice bir emir verdim” derken
kastettiği bu… Atatürk, bu emrin bir kopyasını da Liman Von Sanders’e gönderiyor. Bunun
üzerine Alman komutanlar, “Bu adam kimdir ve ne yapıyor?” diyerek “isyan” ediyorlar. Atatürk,
bu tür bir tepkiyi bekliyordu.
“Rayak istasyonunu yaktıktan sonra, ertesi gün yerli ahalinin ateşleri içinden” Baalbek'e gidiyor.
Orada Ali Fuat Paşa'yla görüştükten sonra Halep'e geçip Liman Von Sanders'le görüşüyor.
Sanders, Atatürk'ün kararını kabul ediyor. “Fakat ben nihayet bir ecnebiyim, bu kararı veremem.
Bunu ancak memleketin sahipleri verebilir” diyor. Atatürk, “O halde karar (kuzeye çekilme)
uygulanacaktır” diyor.

Alınan karara göre çok fazla kayıp veren 4. Ordu kaldırılıp7. Ordu'ya bağlandı. Böylece ekim
başından itibaren tüm orduları Atatürk yönetti ve Halep'te adeta hiç yoktan yeni bir ordu kurdu.
İngilizlerle birlikte hareket eden Şerif Faysal'ın kuvvetleri 23Ekim 1918'de Halep'e saldırdı. Halep
halkının bir kısmı da bu isyancı Araplara katıldı. Halep'te Baron Otel'i karargâh olarak kullanan
Atatürk, 25 Ekim 1918'de Halep'te sokak savaşlarını yönetti. Atatürk, ertesi gün, 26 Ekim'de
Halep'in kuzeybatısında, İngilizler ve Araplarla savaşmaya hazırlanıyordu.
Türk Ordusu'nun geri çekildiğini düşünen İngiliz-Arap kuvvetleri, 26 Ekim 1918'de saldırdılar.
Ancak hiç beklemedikleri bir direnişle karşılaştılar, yenilip geri çekildiler. Atatürk, çok güçlü bir
İngiliz atlı tümenini geri püskürterek I. Dünya Savaşı'ndaki son muharebesinde son zaferimiz
olan Katma Zaferini kazandı. Böylece 19 Eylül 1918'de Yafa'nın kuzeyinde başlayan İngiliz
saldırısını, 500 km'yi aşan bir ilerlemeden sonra, 26 Ekim 1918'de Katma bölgesinde;
İskenderun, Beylan, Dir Cemal, Telrifat çizgisinde durdurdu. İki gün sonra Antakya'yı da kontrol
etti.
Atatürk, anılarında, Katma Zaferi'yle güneyde “Türk süngüleriyle sınır çizdim” diyor: “İşte orada
bu zafer sonucu bir hat belirledim ve kuvvetlerime, ‘düşman bu hattın ilerisine geçmeyecektir'
diye emir verdim. Gerek Erzurum Kongresi'nde, gerek Sivas Kongre'sinde Türkiye'nin milli
sınırlarını belirlemek için ben Türk süngülerinin çizdiği bu hattı ileri sürdüm…”
30 Ekim 1918'de Osmanlı, Mondros Ateşkes Antlaşması'nı imzalayıp teslim olduğunda Atatürk
teslim olmamıştı, hiçbir zaman da teslim olmadı.
Atatürk 30 Ekim 1918'de 7. Ordu Karargâhı'nı Racu'ya hafta basında yer alan o karargâha taşıdı.
Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları, 31 Ekim 1918 tarihinde Suriye Cephesinden hareket ederek
trenle İslâhiye yönünden gelip Yıldırım Orduları Grubu Karargahı'nın bulunduğu Adana’ya
giderken Osmaniye ’ye de uğramıştır.

Bu tarih 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mütarekesinin imzalanışından bir gün sonraya
rastlamaktadır. Ahmet Kılıç’ın Osmaniye Tarihi isimli kitabında 2 ekim 1918 olarak anlatılsa da,
Mehmet Önder’in Atatürk’ün Yurt Gezileri isimli kitabında Atatürk’ün Osmaniye’de konaklaması
ile Adana’ya varışı aynı gün olması sebebiyle doğru tarih olarak 31 Ekim 1918’i kabul etmemiz
gerekir. Atatürk’ün Osmaniye’ye kaç defa geldiğinin kesin tespiti. ’’Atatürk’ün Nöbet
Defteri’’nden alınacak bilgilerle kesinleşebilir.
31 Ekim 1918 tarihinde Eski Hükümet Konağı bahçesinde bulunan ulu çınarların altında çadır
kurulmuş ve burada Mustafa Kemal Paşa Trablusgarp’tan askerleri olan Divlimoğlu Hacı Efendi
ve Çenetoğlu Musa Çavuş’u yanına çağırtırmıştır. Divlimoğlu Trablusgarp’tan Atatürk’ün
askeridir. Atatürk’le samimi görüşmekteydiler Kadir Ağa da yanlarındadır.
Mustafa Kemal Paşa olan Divlimoğlu Hacı Efendi ve Çenetoğlu Musa Çavuş’a ülkenin durumunu
anlattıktan sonra, düşman işgaline karşı ne düşündüklerini sorar.

Divlimoğlu Hacı Efendi: “Paşa!.. Paşa!... Kimse savaşmasa bile biz savaşacağız!’’ der.
Çenetoğlu Musa Çavuş ve Kadir Ağa da bu sözü onaylar. Mustafa Kemal Paşa’da “Bende sizin
gibi düşünüyorum.” der.
Mustafa Kemal Paşa 15 Mart 1923 de Adana’yı ziyaretinde yaptığı konuşmasında “Bende bu
vekayiin ilk hissi teşebbüsü bu memlekette, bu güzel Adana’da vücut bulmuştur.”
sözlerini sarf etmiştir. İstiklal Savaşından sonra kaleme aldığı Nutuk’ta da aynı sözler yer
almaktadır.
Atatürk, bu sözü ile milli mücadele düşüncesinin oluşumu açısından Çukurova’nın önemini
vurgulamıştır. Atatürk Kurtuluş Savaşı öncesi yıldırım orduları grup komutanı olarak bölgede
bulunması ve milli mücadele düşüncesinin oluşması açısından Çukurova önemli bir anlam
taşımaktadır.
İşte bu sözden hareketle Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’te Kurtuluşu Savaşının başlatılması
düşüncesi 31 Ekim 1918 tarihinde Osmaniye Eski Hükümet Konağını bahçesinde bulunan ulu
çınarların altında Divlimoğlu Hacı Efendinin “Paşa!.. Paşa!... Kimse savaşmasa bile biz
savaşacağız!’’ sözlerinde ki kararlılık yatmaktadır.
Kaynaklar:
1-Atatürk'ün Günlüğü
2-Atatürk’ün Yurt Gezileri Mehmet ÖNDER Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları No:159
3-Ahmet KILIÇ. Osmaniye Tarihi Sh: 39–42, 2. Baskı, Hançer Matbaası 1976. Osmaniye
4-Mehmet GÖK, D.T.1927 Alibekirli Mahallesi Osmaniye
5-Osmaniye Numune Mektebi İptidaisi Talebe Kayıt Defteri yıl 1337–38(1921–22)
6-Osmaniye Garnizon Komutanlığı’nın,9.HAZİRAN.1982 tarih ve 329 sayılı Türk 7- Tarih
Kurumuna Hitaplı Yazıları
8-Türk Tarih Kurumu‘nun 15.HAZİRAN. 1982. Tarih ve 1671 Sayılı Osmaniye Garnizon
Komutanlığı’na Hitaplı Yazıları
9-Osmaniye Halk Fırkası Hatıra Defteri, 16.KANUNİSANİ.1341 tarihli. Atatürk’ün yazısı fotokopi
10-Hâkimiyet i Milliye Gazetesi.17 Ocak 1925
11-(OSEV)
Hazırlayan: Ali ÇAKAR