Hüsamettin Cindoruk, Türkiye’nin kuruluş ilkelerinden uzaklaştığını belirterek “Türk Baharı başladı” ifadesiyle siyasi ve toplumsal uyarılarda bulundu. Meclis’ten çekilme önerisiyle muhalefete sert eleştiriler yönelten Cindoruk, sığınmacı krizinin ülkenin geleceği için büyük bir tehdit oluşturduğunu vurguladı
Hüsamettin Cindoruk’un son dönemde yaptığı açıklamalar, yalnızca mevcut siyasi tabloya değil, aynı zamanda Türkiye’nin gelecek rotasına dair de ciddi uyarılar içermektedir. Onun ifadeleri, sıradan bir muhalif söylemden öte, cumhuriyetin temel değerlerini merkeze alan, tarihsel birikimiyle harmanlanmış ve yaşanan sürece dair derin kaygılar taşıyan bir bakış açısının ürünü olarak dikkat çekmektedir. Cindoruk’un, “Türk Baharı başladı” ifadesiyle yaptığı çağrı, hem sembolik hem de siyasi anlamda ciddi bir kırılma noktasına işaret etmektedir. Bu, yalnızca iktidara değil; muhalefete de yöneltilmiş açık ve sert bir eleştiridir.
Cindoruk’un temel vurgusu, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ilkelerinden uzaklaşıldığı ve özellikle siyasal İslam referanslı bir yönelime girildiği yönündedir. Bu tespit, 20 yıldır iktidarda olan siyasi yapının, artık yalnızca uygulayıcı değil, aynı zamanda dönüştürücü bir misyona soyunduğu algısını da beraberinde getirmektedir. Cumhuriyetin temel direklerinden uzaklaşılması, onu sadece kurucu bir geçmişe değil, yaşamsal bir ilkeye dönüştüren zihniyetin çözülmesine de işaret eder. Bu çözülmenin, devlet yapısında olduğu kadar toplumsal dokuda da tahribat yarattığına işaret eden Cindoruk, artık olağan siyasi reflekslerle hareket etmenin yeterli olmadığını dile getirmektedir.
“Meclis’ten çekilmek”, sıradan bir siyasal hamle değil, sistemin meşruiyetine yönelik bir itirazdır. Cindoruk’a göre, seçimler eğer eşit, adil ve demokratik koşullarda yapılmıyorsa; muhalefetin bu oyunun parçası olmayı sürdürmesi, toplumsal vicdanda karşılık bulamayacaktır. Zira seçmen, sadece sandığa değil, umutlara da oy vermektedir. Bu umut, bugünkü iktidar yapısı karşısında zayıflamış, çoğu zaman umutsuzluğa dönüşmüştür. Meclis’ten çekilme gibi radikal bir tavır, kamuoyunu sarsacak ve iktidarı siyasi meşruiyet açısından daha büyük bir sorgulamaya çekecektir.
Bir diğer önemli konu ise Türkiye’nin demografik yapısını doğrudan etkileyen sığınmacı sorunudur. Cindoruk, bu meseleye yalnızca bir göçmen politikası çerçevesinde değil; ülkenin beka sorunu olarak yaklaşmaktadır. 5 milyondan fazla sığınmacının ülkede kalıcı hale gelmesi, sadece ekonomik yük değil, aynı zamanda sosyolojik bir dönüşümün de habercisi olarak okunmalıdır. Hatay örneğinde dile getirilen kimlik çatışmaları, ileride daha büyük toplumsal gerilimlerin habercisidir. Bu nedenle sığınmacılara dair yasal çerçevenin netleşmesi, hak ve yükümlülüklerinin kanunla belirlenmesi hayati bir zorunluluktur. Ancak bu düzenlemeler yapılmadığı sürece, ülke içinden çıkılmaz bir kimlik ve aidiyet krizine doğru sürüklenebilir.
Cindoruk’un çağrısı, bir isyan değil; bir uyarıdır. Devletin kurumlarının etkisizleştirildiği, ordunun sembolik hale getirildiği, yargının güven kaybettiği bir süreçte, muhalefetin sessiz kalması affedilir değildir. Eğer muhalefet, bu düzene alternatif olmak istiyorsa; yalnızca seçim meydanlarında değil, ilkesel duruşlarıyla da halkın vicdanında yer edinmelidir. Sine-i millete dönmek, sistemin dışına çıkmak değil, sistemin yeniden inşasını talep etmektir. Ve bu inşa, sessizlikle değil, cesaretle mümkündür.
Türkiye’nin, Cindoruk’un deyimiyle “açık bir bölgeye” dönüşmesini engellemek için yalnızca sınır güvenliği değil; aynı zamanda akıl, izan ve tarih bilinciyle hareket edilmesi gerekir. Türk milleti, bugüne dek nice badireleri aşmıştır; ancak bu kez karşısında sınır ötesi güçlerden ziyade, içeriden çözülen bir devlet refleksi vardır. Cindoruk’un sözleri, işte bu iç çözülmeye karşı yapılan bir direniş çağrısıdır. Onun çağrısında yatan temel düşünce şudur: Türkiye Cumhuriyeti yalnızca bir coğrafya değil; aynı zamanda bir karakterdir. Bu karakterin silinmesine seyirci kalan her siyasi yapı, tarih önünde mahkûm olacaktır.
Yazan: Hüsamettin Cindoruk