Türkiye’nin modernleşme sürecinde yaşadığı kimlik krizini gelenek ile küreselleşme arasındaki sıkışmışlığı, kültürel melezliği ve aidiyet belirsizliğini analiz ediyor.

Toplumsal Kimlik Krizi ve Modernleşme Çıkmazında Türkiye: Arada Kalmışlık Üzerine Eleştirel Bir Yazı


Modern Türkiye toplumunun kimlik bunalımı, tarihsel yönelimleri ve kültürel kırılmaları, şiirsel ama sosyolojik bir metin üzerinden analiz edilmiştir. Ele alınan metin; Türkiye’de bireyin gelenek, din, ideoloji ve küreselleşme sarmalındaki sıkışmışlığını çarpıcı imgelerle yansıtmaktadır. Özellikle 20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren hızlanan toplumsal dönüşüm süreçleriyle birlikte şekillenen kültürel melezlik, bireyde bir aidiyet belirsizliği yaratmış; bu da hem siyasal hem de sosyo-psikolojik bir kırılmaya neden olmuştur. Bu bağlamda çalışmada, metin merkezli eleştirel bir yorumlama yöntemi kullanılarak toplumsal belleğin dönüşümüne dair değerlendirmelerde bulunulmuştur.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren süregelen modernleşme süreci, toplumsal yapı üzerinde köklü dönüşümlere neden olmuş; ancak bu dönüşüm, büyük ölçüde yukarıdan aşağıya doğru, seçkinci bir biçimde yürütüldüğü için geniş halk kitlelerinde bütünsel bir içselleştirme sürecine evrilememiştir1. Söz konusu makaleye temel teşkil eden şiirsel anlatı, bu içselleştirme eksikliğini ve bunun yarattığı kültürel-sosyal karmaşayı derinlikli bir biçimde dile getirmektedir.

Kimlik, Modernite ve Gelenek: Çatışmasının İzleri

Geleneksel Osmanlı mirası ile Batılı yaşam tarzı arasında sıkışmış bir kimlik, sadece bireylerin giyim kuşamında değil; düşünce yapılarında, dini algılarında ve siyasal yönelimlerinde de görünür hale gelmiştir. Bu çelişkili yapı, sosyolog Şerif Mardin’in "merkez-çevre" kuramında da işaret ettiği gibi, Türk modernleşmesinin halkla bütünleşememesine işaret eder.

“ne solcu olabildik, ne sağcı” ifadesi, ideolojik belirsizliği vurgularken, politik sadakatin rasyonel gerekçelerden değil, çoğu zaman duygusal, konjonktürel ya da manipülatif nedenlerden kaynaklandığını ima eder. Politik kimliklerin "kültürel moda" şeklinde yüzeysel olarak benimsenmesi, demokratik bilinçten ziyade aidiyet boşluğunun bir semptomudur.

Dinî Algı, Cehalet ve Yabancılaşma

Metnin en çarpıcı bölümlerinden biri, dinî inancın Arap kültürüyle özdeşleşmesi ve bireyin kutsal metinleri anlamadan tekrarlaması üzerinden kurulan eleştiridir: “Ayetleri anlamadık… Dünyada anlamadığı bir dilde dua eden başka bir millet var mı bilmiyorum.” Bu ifade, Türkiye’de dinî pratiğin içerikten çok şekle indirgenmiş olmasına, anlam arayışının yerini ezbere bırakmasına işaret eder. Bu durum, Weberyen anlamda “akılcı dinîleşme”nin tam tersidir3.

Siyasal Kültür, Medya ve Kolektif Aldanma

“Jet Fadıl’dan çiftlik banklara, kriptoculara kadar” uzanan örneklem, siyasal kültürün popülist, dolaylı ve manipülatif yapısına ışık tutar. Makroekonomik göstergelerle değil, vaat ekonomisiyle yönlendirilen bir halk tablosu çizilir. Bu noktada metin, bireyin hem devlet hem de medya karşısındaki pasif konumunu sorgular: “En büyük yalanı söyleyene daha çok inandık.” Toplumun bilgi temelli değil, duygu temelli kararlar verdiği; bu nedenle de post-truth çağın kolay kurbanı hâline geldiği ima edilmektedir4.

Liyakat Erozyonu ve Kurumsal Çöküş

Metinde geçen “Nihat Hatipoğlu’nu YÖK’e, milli güreşçiyi bankaya atadık” ifadesi, modern kamu yönetimi ilkeleriyle çelişen, liyakat sisteminin yerini sadakatin aldığı yapısal deformasyona dair açık bir eleştiridir. Bu durum, hem kurumsal meşruiyetin zedelenmesine hem de toplumsal adalet duygusunun körelmesine neden olur. Bu tür atamalar, sembolik şiddet yoluyla halkın zekâsının ve beklentisinin aşağılandığını gösterir5.

Uyanışa Çağrı ve Umudun İnşası

“Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur” referansı, bireysel kurtuluşun dışsal değil, içsel bir dirilişle mümkün olabileceğini vurgular. Bu yönüyle metin, yalnızca bir eleştiri değil; aynı zamanda bir öz-farkındalık ve uyanış çağrısıdır.

Son söz: Türkiye’nin geleceğini şekillendirecek olan şey; geçmişi romantize etmek ya da geleceği fetişleştirmek değil, şimdinin gerçekliğine cesaretle bakmak ve yüzleşmeyi göze almaktır.

Yazan :Selim CEVHER