Geçmişin değerleriyle büyüyen nesil, ahlak, dayanışma ve güçlü eğitimle şekillendi. Toplumsal bilinç, saygı ve fedakârlık üzerine kurulu bu anlayış, Türkiye'nin geleceğini inşa edecek temel unsurdur. Eski değerlerin yeniden hatırlanması, ülkenin güçlenmesini sağlayacaktır.
Geçmişin değerlerini yaşatarak büyüyen bir neslin çocuklarıyız biz. Sıralarında yurttaşlık bilgisiyle toplumsal bilinci öğrenen, mantıkla düşünmeyi kavrayan, sosyolojiyle toplumu sorgulayan, felsefeyle insanın varlığını anlamaya çalışan bir eğitim sisteminden geçmiş bir kuşağız. “Kim Milyoner Olmak İster” gibi yarışmalarda joker kullanmadan bilgiye ulaşabilen, çünkü bilgiyi sadece ders kitaplarında değil, hayatın ta kendisinde öğrenmiş bir nesiliz. Biz, kopya çekerken bile öğrenmeyi başaran, sınavları sadece geçilmesi gereken engeller değil, zihni güçlendiren birer antrenman olarak gören bir anlayışla yetiştik.
Bizim için aile sadece kan bağı demek değildi. Arkadaşımızın annesi de bizim annemizdi. Ahlaki anlayışımız buna göre şekillendi. Namus kavramı sadece bireysel bir sorumluluk değil, toplumsal bir duruştu bizim için. Biz psikolog kapılarını aşındırmadık, çünkü psikolojik yükümüzü sırtlayan bir mahallemiz, derdimize ortak olan komşularımız, nasihatiyle içimizi ferahlatan büyüklerimiz vardı. Psikolojiyi seanslarda değil, insan ilişkilerinde çözdük.
Biz, 40-50 yıllık arkadaşlığın anlamını bilen, arkadaşını kaybettiğinde yeniden bulmak için her yola başvuran, hatıraların peşinden giden bir nesildik. Mahallemizin “kabadayısı” bugünkü anlamda bir tehdit değil, mahallenin adaletini sağlayan, küçükleri koruyan, büyüklere saygı duyan, vicdanı olan biriydi. Onlar, bileği kadar yüreğiyle de adamdı.
Oynadığımız oyunlar bile bugünün dijital yalnızlığını örtecek kadar zengin ve öğreticiydi. Seksekten kukaya, uzun eşekten yakan topa kadar her oyun paylaşmayı, strateji kurmayı, iş birliğini öğretiyordu. Ekmeğin üzerine yoğurt sürüp üstüne şeker serpip yemek, bugünün lüks restoranlarında servis edilen tatlardan daha çok mutluluk veriyordu bize. Dışarıda yemek yemenin ayıp sayıldığı, sofradaki her lokmanın paylaşım ve saygı üzerine kurulu olduğu bir dönemdi yaşadığımız.
Bizim öğretmenlerimiz, velilerimizden “eti senin kemiği benim” diyerek teslim aldıkları çocuklara, canlarından parça gibi bakarlardı. Öğretmene şikâyet değil, minnet vardı. Çünkü öğretmen, bizim yalnızca ders anlatan değil, karakterimizi yoğuran bir ustaydı. Disiplin, sadece ceza değil; hayatın her alanına dair bir yönlendirmeydi.
Aile yapımız, otoritenin babada olduğu ama annenin de sevgiyle yön verdiği dengeli bir düzendi. Fikirler özgürce konuşulur, çocuklar fikir beyan ettiğinde ciddiye alınırdı. Bizim kuşağın lise mezunları, bugünün üniversite mezunlarından daha derin, daha dolu bireylerdi çoğu zaman. Çünkü bilgiye ulaşmak için emek verir, kitapların satır aralarında hayatı keşfederdik.
Bizi küçümseyen gözlere karşı tek bir söz yeterlidir: Bize benzemeye çalışın. Çünkü bu ülkenin geçmişindeki kuvvet, değerleriyle büyümüş bu neslin omuzlarında yükseldi. Türkiye’nin bugünkü sancılarını dindirecek olan da, geçmişin bu sağlam karakterli, fedakâr, saygılı, sevgi dolu, dayanışmacı ruhunu yeniden inşa etmektir. Biz, yalnızca bir kuşak değil; bir değerler bütünüyüz. Ve bu değerlerin yeniden hatırlanması, özlenmesi ve yaşanması, ülkenin kurtuluş reçetesi olabilir.