Türkiye Ekonomisi Mehmet Şimşek liderliğinde geleneksel ekonomi politikalarına dönerek yüksek enflasyonla mücadele ediyor
Türkiye Ekonomisinin Yeni Dönemi: Sıkı Para Politikası ile Yol Arayışı
Haziran 2023’ten bu yana Türkiye ekonomisinin dümeninde yeniden Mehmet Şimşek yer alıyor. Deneyimli bir teknokrat olan Şimşek, daha önce farklı dönemlerde Maliye Bakanlığı ve Başbakan Yardımcılığı görevlerinde bulunmuş; ekonomik reformlara damga vuran isimlerden biri olmuştu. 2007'den itibaren zaman zaman aktif görevde olsa da, ekonomi politikalarının şekillenmesinde uzun yıllardır etkili bir figür olmayı sürdürdü. 2023 yazında yeniden göreve geldiğinde karşılaştığı tablo ise oldukça çetindi: yüksek enflasyon, negatif döviz rezervleri ve tahrip olmuş bir para politikası zemini.
Geçmiş yıllarda uygulanan heterodoks ekonomi politikaları –yani faiz indirilerek enflasyonun düşeceği varsayımına dayalı yaklaşım– dövizde kontrolsüz artışlara, Türk Lirası’nda değer kaybına ve enflasyonda sarmal bir yükselişe yol açtı. Özellikle 2021 sonrası devreye giren bu strateji, tasarruf sahiplerinin dövize yönelmesine neden oldu. Bu süreçte uygulanan “faizi indir, dövizi tut” modeli teoride farklı işlese de, pratikte döviz rezervlerinin tükenmesine ve hane halkının alım gücünün hızla erimesine sebep oldu. Enflasyon 2021'de %37, 2022 ve 2023'te %65 seviyelerinde seyrederek son 25 yılın en yüksek oranlarını gördü.
Mevcut ekonomi yönetiminin göreve gelişiyle birlikte, Ortodoks yani geleneksel politikalara geri dönüş sağlandı. Politika faizi %50 seviyelerine çekildi, sıkı para ve maliye politikaları eş zamanlı olarak yürürlüğe kondu. Bu adımlar kısa vadede piyasa güvenini artırsa da, yüksek reel faiz oranlarının sürdürülebilirliği üzerine soru işaretleri doğurdu. Nitekim enflasyonun yıl sonunda %30'lara düşeceği varsayımı gerçekleşirse, %15 seviyesinde reel faiz oluşturulmuş olacak ki bu, yatırımcı ve üretici açısından hem maliyet hem de psikolojik baskı yaratmaktadır.
Ekonomik toparlanma, salt para politikası araçlarıyla değil; yapısal reformlarla desteklenmedikçe kırılgan kalacaktır. Eğitim, hukuk ve kurumsal yapılar ekonominin altyapısını oluşturur. Bu alanlarda kalıcı ilerleme sağlanmadıkça para politikasının etkisi sınırlı olacaktır. Enflasyonla mücadele için uygulanan sıkılaştırıcı politikalar, iş dünyasında durgunluğa neden olabileceği gibi, gelir dağılımında da adaletsizlik yaratabilir. Bu sebeple, Merkez Bankası'nın faiz artırımı dışında kalan araçları da etkin biçimde devreye alması; bütçe disiplininin yanı sıra üretim ve ihracatı teşvik edecek selektif destek programlarıyla bu geçiş sürecini yönetmesi elzemdir.
Türkiye ekonomisi kritik bir eşikte durmaktadır. Geçmişte yapılan deneysel ekonomi politikalarının maliyeti ağır olmuştur. Şimdi izlenen yol, teorik olarak daha sağlam olsa da, toplumsal ve ekonomik yükleri de beraberinde getirmektedir.
Bu nedenle, sadece faiz ve para arzı değil; uzun vadeli, kapsayıcı ve adil bir ekonomik vizyonun inşası, kalıcı istikrarın tek gerçek anahtarı olacaktır.