İran-İsrail gerilimi, mezhep çatışmasının ötesinde, Avrasya merkezli küresel jeopolitik çevreleme stratejisinin bir parçası olarak okunuyor.

MEZHEPÇİLİK PERDESİNDEKİ JEOPOLİTİK SATRANÇ: İRAN-İSRAİL GERİLİMİNİN DERİN STRATEJİSİ

BİR ÇATIŞMADAN FAZLASI: KÜRESEL JEOPOLİTİK YENİDEN DİZAYN

İran-İsrail gerilimi, yalnızca iki devlet arasındaki mezhep eksenli veya ideolojik bir hesaplaşma değildir. Bu çatışma, esasen küresel jeopolitiğin merkezinde yer alan Avrasya coğrafyasının çevrelenmesi ve kontrol altına alınması stratejisinin bir parçası olarak okunmalıdır. Son yirmi yılda yaşanan pek çok olay, bu büyük stratejik hedefin farklı cephelerdeki tezahürüdür.

"KANLI LİSTE" VE ASYA’NIN KUŞATILMASI

NATO'nun genişlemesiyle alevlenen Rusya-Ukrayna savaşı, Libya'da Kaddafi'nin devrilmesi, Arap Baharı sürecinde Esad rejiminin hedef alınması, Pakistan'da İmran Han'ın devre dışı bırakılması, Hindistan-Pakistan sınır çatışmaları, Tayvan krizinin tırmandırılması, Orta Asya'da Soros destekli turuncu devrim girişimleri, Myanmar, Filipinler ve Afganistan’daki iç savaşlar… Bütün bu olayların ortak bir coğrafi paydası var: Asya.

Asya-Pasifik ekseninde gelişen bu olaylar, ABD'nin 2010'lu yıllarda açıkladığı “Asya Pivotu” stratejisinin uygulama sahalarıdır. Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Asya'nın gelecekteki küresel güç rekabetinin merkezi olacağını ifade etmişti. Pentagon'un da bu çerçevede yaptığı yönlendirmeler, ABD'nin bu bölgeye askeri ve diplomatik yığınak yapmasının arka planını oluşturur.

HEDEFTEKİ KİLİT: ÇİN VE İRAN ARASINDAKİ KUŞAK YOL

Çin'in 2013 yılında ilan ettiği "Kuşak ve Yol" girişimi, 143 ülkeyi kapsayan devasa bir ekonomik ve lojistik entegrasyon projesidir. Bu proje, Batı'nın tek kutuplu ekonomik hegemonyasını tehdit etmekte ve alternatif bir dünya düzeninin altyapısını inşa etmektedir. İran ise, bu projenin Orta Doğu ve Avrasya ayağında jeostratejik bir geçiş noktasıdır.

Hürmüz Boğazı'ndan Basra Körfezi'ne, Hazar Denizi'nden Orta Asya’ya kadar uzanan kritik bir köprü konumundaki İran, hem enerji güvenliği hem de ticaret yollarının kontrolü bakımından eşsizdir. Bu nedenle İran’ın yalnızlaştırılması, kuşatılması ve “tehlikeli ülke” ilan edilmesi, doğrudan bu projeye yönelik bir müdahaledir.

İRAN’IN JEOPOLİTİK DERİNLİĞİ VE STRATEJİK KONUMU

İran, yüzölçümü ve coğrafi konumuyla Avrasya’nın kilit ülkelerinden biridir. Toplamda 1.648.000 kilometrekareye yaklaşan topraklarıyla, hem kuzey-güney hem de doğu-batı eksenindeki ticaret yollarının kesişimindedir. Bu jeostratejik avantaj, İran’ı sadece bir bölgesel aktör değil, aynı zamanda küresel jeopolitik dengede merkezi bir oyuncu haline getirmektedir.

Bu nedenle İran'ın istikrarsızlaştırılması, sadece bölgesel düzeyde değil, küresel düzeyde bir denge değişikliği anlamına gelir. İran’a yönelik uygulanan yaptırımlar, siber saldırılar, diplomatik yalnızlaştırma girişimleri ve İsrail ile yaşanan gerilimler bu büyük stratejinin farklı taktik hamleleridir.

DİN VE MEZHEP SÖYLEMLERİ: ASIL MESELEYİ GİZLEME TAKTİĞİ

Batı medyası ve bazı bölgesel güçler, İran’ı sürekli olarak "Şii Hilali" oluşturmakla suçlayarak mezhep kartını öne çıkarmaktadır. Oysa bu söylemler, büyük jeopolitik hedeflerin üzerini örtmek için kullanılan ideolojik perdelemelerdir. Eğer İran ABD'nin jeopolitik kampında yer alsaydı, rejimi ya da mezhebi hiçbir biçimde gündeme getirilmeyecekti.

Bu durum, geçmişte ABD'nin müttefiki olan Suudi Arabistan örneğiyle de sabittir. İran gibi otoriter yapılar, eğer Batı kampında yer alıyorsa “stratejik ortak”; karşı blokta yer alıyorsa “tehdit” olarak tanımlanır.

ASYA’NIN GELECEĞİ YENİDEN KURGULANIYOR

Tüm veriler, ABD’nin Avrasya merkezli bir çevreleme politikası izlediğini ortaya koymaktadır. Bu politikanın temel amacı, Çin’in yükselişini durdurmak ve Avrasya’daki entegrasyon projelerini sabote etmektir. İran-İsrail gerilimi de bu büyük oyunun sahnelerinden yalnızca biridir. Türkiye gibi jeopolitik öneme sahip ülkelerin bu denklemi doğru okuyarak kendi stratejik çıkarlarını tanımlamaları artık bir tercih değil, zorunluluktur.