Gerçek dostluk, en zor anlarda sorgusuz destek vermekle ölçülür. Sarımsak tarlası hikâyesi, dostluğun sadakat ve güvenle sınandığını anlatır.

Gerçek Dostluk: İnsanın En Karanlık Anında Beliren Işık

Zamanın en kadim sorularından biri şudur: “Gerçek dost kimdir?” Bu soru, yalnızca bireysel değil; aynı zamanda toplumsal bir muhasebenin de kapısını aralar. Dış dünyanın giderek daha gürültülü hale geldiği, sosyal ilişkilerin yapaylıkla dolup taştığı, güvenin yerini şüpheye, sadakatin yerini faydaya bıraktığı çağımızda bu sorunun yanıtı çok daha önemli bir hâl alıyor. Babasıyla dostluk üzerine tartışan bir gencin hikâyesi, bu soruya sade ama sarsıcı bir cevap veriyor: Gerçek dost, çuvalın içindekini sormadan seni toprağa gömmeye gelen kişidir.

Bir genç adam, babasına “Benim de dostlarım var” derken, aslında bugünün gençlerinin büyük çoğunluğunun benimsediği bir yanılgının sesidir. Sosyal medyada kurulan yüzeysel bağlar, çıkar temelli arkadaşlıklar ya da yalnızca benzer ilgi alanlarına dayalı geçici ilişkiler, dostluğun yerine konuluyor. Fakat dostluk, birlikte gülmek değil yalnızca; esasen birlikte susabilmek, birlikte taşıyabilmektir yükü, hatta birlikte gömebilmektir bir sırrı, korkuyu, suçu ya da acıyı…

Genç adamın, koyun cesediyle dolu çuvalı sırtına alıp bir bir kapıları çalması, modern bireyin kriz anında çevresinden beklediği sadakatin alegorisidir. Herkes güzel gün dostudur; ne var ki çuval kan sızdırmaya başladığında, herkes bir bahaneyle kapıyı kapatır. Çünkü dostluk, en zor anda alınan riskle sınanır.

Hikâyenin can alıcı noktasında, baba bir başka kapı önerir. Genç adam o kapıyı çaldığında karşısına çıkan kişi, hiçbir şey sormadan çuvalı alır. Çukur kazılır, ceset gömülür, üstüne sarımsak dikilir. İşte orada dostluk, sembol diliyle en derin hâline kavuşur. Sarımsak, geçmişten bugüne hem koruyucu hem kokusuyla ayırt edici bir bitki olarak bilinir. Gömdükleri şey sadece koyun değildir; bir sırdır, bir vebaldir ve onu örten sadakatle yoğrulmuş topraktır.

Ancak hikâye burada da durmaz. Ertesi gün genç, babasının emriyle dostuna iki tokat atar. Bu kez sınanan şey, fiziksel acıya ve ihanete verilen tepkidir. Dostun cevabı ise nesillerdir dillerde yankılanan bir bilgeliktir: “Git babana söyle, biz iki tokatla satmayız sarımsak tarlasını.” Bu cümlede sadece bir arkadaşlığa dair sadakat değil; aynı zamanda onur, bağlılık ve insanî derinlik vardır.

Günümüzde ilişkiler, çoğunlukla fayda üzerine kurulu. İnsanlar artık dostlarını seçerken onları hangi krizde yanında bulacaklarını değil, hangi partiye çağırabileceklerini düşünüyor. Paylaşmak, dayanışmak, susmak, sır saklamak, bazen suskunlukla bazen kararlılıkla bir yolda yürümek; bunların tümü romantik nostaljiler gibi algılanıyor. Oysa bu nitelikler, bir toplumun ruh haritasını belirler. Gerçek dostluklar kaybolduğunda, toplumlar yalnızlaşır, bireyler güvensizleşir, hayat yüzeysel bir sahneye dönüşür.

Gerçek dost, sana değil; senin karanlığına dost olandır. Sadece ışığını değil, gölgelerini de bilen ama yargılamayan kişidir. Belki bir insan hayatı boyunca sadece bir gerçek dosta rastlar. Ama bu bile, tüm yalnızlıklara değecek kadar kıymetlidir.

Çünkü bir sarımsak tarlasına gömülen sır, aslında insanın ruhuna işlenmiş en saf sadakattir. Ve sadakat, dostluğun ölümsüz omurgasıdır.