“Sen Pejo’yu biliyon mu?” hikâyesi, absürt mizah içinde derin bir sistem eleştirisi barındırıyor. Liyakatsizlik, sorumluluk bilinci eksikliği ve bilinçsiz cesaretin toplum üzerindeki etkilerini çarpıcı şekilde gözler önüne seriyor. Düşündürürken güldüren bu anlatı, bilinçsiz yönetimin doğurabileceği riskleri ortaya koyuyor.

    SEN PEJO'YU BİLİYON MU ?

Türkiye’de halk arasında hızla yayılan ve neredeyse birer modern halk efsanesine dönüşen bazı hikayeler vardır. Bunlar sadece güldürmek için değil; toplumsal, kültürel ve hatta siyasi gerçeklikleri absürt bir mizah diliyle göz önüne serer. “Sen Pejo’yu biliyon mu?” adlı bu hikâye, yüzeyde basit bir fıkra gibi görünse de, altında oldukça derin, eleştirel bir sosyal gözlem barındırmaktadır. Hikâye, yeni bir minibüs alan ve daha o aracı nasıl kullanacağını bile bilmeden trafiğe çıkan bir şoförün yaşattığı gerilimle başlar ve giderek bir sistem eleştirisine dönüşür.

Minibüs dolu, yolcular tedirgin, araç gitgide hızlanmakta… İçlerinden biri uyarır: “Kaptan yavaşla!” Şoförün cevabı düşündürücüdür: “Sen Pejo’yu biliyon mu?” Bu soru, aslında bilgiye değil, bilgi eksikliğine kalkan oluşturma çabasıdır. Yolcuların bu aracı bilmediği ortaya çıktığında, şoför kendisine yöneltilen tüm eleştirileri susturma hakkını kendinde görür: “O zaman susacan!” Bu tavır, sadece bireysel bir dikkatsizlik değil; yetkisizliğin ve cahil cesaretinin kurumsallaştığı bir zihniyetin yansımasıdır. Fakat en çarpıcı an, bir yolcunun “Ben biliyorum Pejo’yu” demesiyle gelir. Şoför bu kez panikle sorar: “O zaman çabuk söyle, bunun freni nerde?!”

Bu tek cümle, yalnızca gülünç değil, aynı zamanda vahimdir. Çünkü şoför, yani aracı yöneten kişi, sahip olduğu makinenin en temel kontrol mekanizmasını –freni– bilmiyordur. Ve bunu öğrenmeye çalıştığı kişi, sıradan bir yolcudur. Bu durum, Türkiye'de liyakatsizliğin, plansızlığın, ehliyetsizce alınan sorumlulukların ve sistemsel denetimsizliğin trajikomik bir temsili olarak karşımıza çıkar.

“Pejo” burada sadece bir araç markası değildir. Bu hikâyede Pejo, yönetilmeye çalışılan bir devlet kurumunu, bir siyasi yapıyı, bir belediyeyi ya da daha geniş anlamda toplumun kendisini temsil edebilir. Frenin yerini bilmeyen şoför ise, yeterli eğitime, deneyime ve bilgiye sahip olmadan kritik pozisyonlara getirilen insanları simgeler. Onların alacağı her karar, taşıdığı yolcuları –yani halkı– doğrudan etkiler. Bu da bizi tehlikeli bir yola sokar.

Toplumsal sorumluluk taşıyan herkesin, temsil ettiği makam ya da üstlendiği görev ne olursa olsun, bilgiyle, deneyimle ve sorumluluk bilinciyle hareket etmesi gerektiği açık bir gerçektir. Ancak ne yazık ki, bu hikâyede olduğu gibi, pek çok durumda öncelik liyakate değil, aceleye, göstermelik başarılara ve ehliyetsiz özgüvene veriliyor. Bu da bizi, frenin yerinin bilinmediği, hızla duvara çarpma ihtimali olan bir toplumsal yapının içine sokuyor.

 “Sen Pejo’yu biliyon mu?” hikâyesi, mizah kisvesi altında sunulan, derin ve çok katmanlı bir sistem eleştirisidir. Sadece güldürmekle kalmaz, düşündürür. Ve en önemlisi, bize çok temel bir soruyu yeniden hatırlatır: Sürmekte olduğumuz aracın frenini gerçekten bilen biri mi direksiyonda? Yoksa hepimiz, o yolculuğun yolcusu olarak, cahil cesaretiyle gaza basan bir şoförün insafına mı kalmışız?

Toplum olarak bu soruyu hem bireysel hayatlarımızda, hem de kamusal alanlarda daha sık sormalı ve frenin yerini bilmeyenlere araç teslim etmenin bedelini unutmamalıyız. Aksi takdirde o araç bir gün hepimizi uçuruma götürebilir. Ve işin acı yanı, o anda artık frenin nerede olduğunu öğrenmenin hiçbir anlamı kalmaz.