Dokunulmayan Hayatlar:“ dijitalleşmenin insan ilişkilerindeki samimiyeti ve fiziksel teması nasıl yok ettiğini anlatan çarpıcı bir toplumsal eleştiridir.

Artık İnsan Eli Değmiyor: Dijitalleşen Dünyada Kaybolan Dokunuşun Hikâyesi

Modern çağın en büyük paradokslarından biri, iletişim araçlarının ve teknolojik konforun artmasına rağmen samimiyetin ve insani temasın hızla azalmasıdır. Günümüzde mektupların içine dosyalar giriyor, görseller, PDF’ler, CV’ler iletiliyor ama mektubun kendisi insan kokmuyor. Artık hiçbir harfin üzerine gözyaşı damlamıyor, zarflar dudakla kapanmıyor, kâğıtlara el titreyerek yazılmış duygular sinmiyor. “Nasılsın” kelimesi bir butona basılarak gönderiliyor ama o soruya insan sesi karışmıyor. “Selam”lar otomatik yanıtla karşılanıyor. Muhabbetler klavye üzerinden kuruluyor; kahvenin kırk yıllık hatırı artık bir emojiye sığdırılıyor.

Eskiden “geçmiş olsun” demek, elini tutmak, yanında durmak anlamına gelirdi. Bugün “çok geçmiş olsun” mesajı bir statü güncellemesi olarak geçiyor önümüzden, ekrana bakıp devam ediyoruz hayata. Bu yalnızca duygularla sınırlı değil; yardım, merhamet, ticaret, bilgi ve hatta savaşlar bile insan eli değmeden gerçekleşiyor. Paralar EFT ile aktarılıyor; “destek oldum” demek, bir IBAN numarası kopyalamaktan ibaret. Başını okşadığımız çocukla göz göze gelmeden, sırtını sıvazladığımız dostun kokusunu duymadan yaşamaya başladık.

Artık savaşlar bile bu soğukluğun içinde yaşanıyor. Füze, hedefini insan gözüyle değil yapay zekâ ile buluyor. Namlunun ucunda bir ses yok: “Dur, ben insanım!” diyemeyen düşmanlar var. Cesaret değil algoritmalar savaşıyor; merhamet değil metal parmaklar karar veriyor. Bu, insan eliyle işlenen en soğuk suçların, artık dokunmadan işlendiği bir çağın fotoğrafıdır.

Alışveriş, belki de bu değişimin en görünür yüzü. Satıcıyı görmeden, ürüne dokunmadan, raflara bile yaklaşmadan alışveriş yapıyoruz. Domatesin çürüğünü seçmeden, parfümün kokusunu bilmeden sipariş veriyoruz. Kasa sırasındaki o küçük sohbetler, “Annen beğenmezse getir değiştir” diyen amcalar, para üstüyle birlikte verilen şekerler tarihe karıştı. Artık yalnızca dijital doğrulamaya ihtiyaç var. Üstelik 18 yaşından büyük olduğunu yalnızca bir kutuyu işaretleyerek kanıtlayabiliyorsun.

Bilgiye ulaşmak da insani bir çabadan çok bir algoritma meselesi hâline geldi. Artık kimse kütüphanede saatler geçirmiyor, kitap sayfalarında kaybolmuyor. Tükenmez kalemle not almak, kitap kenarlarına yıldız koymak geçmişte kaldı. Bilgi kopyalanıyor ve yapıştırılıyor. Öğrenmek, yerinden kalkmadan yapılan bir işleve dönüştü; öğrendiklerimiz de bir tuşla unutulabiliyor.

En çok yara alan ise sevgi. Kalp atışını hızlandıran bir bakışın yerini artık ekranın titremesi aldı. “Seni seviyorum” sözü bir GIF’e, bir çıkartmaya, bir emojiye sığdırılıyor. Göz göze gelmeden, el ele tutuşmadan yaşanan bu duygular; sevginin kimyasını değil, sinyal gücünü ölçüyor.

İnsanın insana dokunmadığı bir çağda yaşıyoruz. Kalpler birbirine ekranlardan ulaşmaya çalışıyor ama eller birbirini tutamıyor. Gidenin arkasından su dökemiyoruz, çünkü vedalar bile dijital. Sıcaklık, yalnızca bir ekran parlaklığından ibaret artık. İnsan eli değmiyor, insan eline. Yazılar yazılıyor, parmaklar klavyede dolaşıyor, ama dostluklar geride birer iz bile bırakmadan kayboluyor.

Bu dönüşüm sadece teknolojiyle açıklanamaz. Bu, insanın insaniyetinden uzaklaşmasının, ruhun tenle temas etmemesinin, bedenin gölgede kalmasının bir yansımasıdır. Dijital çağ, hız ve kolaylık sunarken, ruhumuzu ve dokunuşumuzu elinden alıyor. Artık insan eli değmiyor… Ne mektuba, ne dostluğa, ne sevgiye, ne de insana.