“İpten adam almak” deyimi, hukukun satır aralarındaki boşlukları ustaca kullanmanın tarihî bir örneği olarak öne çıkıyor. İngiltere’de yaşanan bu olay, hukuk zekâsının sınır tanımayan gücünü göstererek adaletin yalnızca yasalarla değil, onları yorumlama becerisiyle şekillendiğini kanıtlıyor.

İPTEN ADAM ALMANIN GERÇEK HİKÂYESİ: HUKUK ZEKÂSININ SINIR TANIMAYAN GÜCÜ

Tarihin tozlu sayfalarında yer etmiş öyle bir hikâye vardır ki, bugün bile hukukçuların dillerinden düşmez. Zekânın, sabrın ve yasaların satır aralarına sızan boşlukları kullanma ustalığının ibretlik bir örneğidir bu anlatı. İngiltere’de yaşanan ve deyimleşerek halk arasında “ipten adam almak” olarak bilinen bu olay, yalnızca bir adamın hayatının kurtuluşu değil, aynı zamanda hukuk tarihine geçen olağanüstü bir stratejik başarının öyküsüdür.

Bir zamanlar, oldukça varlıklı bir İngiliz vatandaşı ciddi bir suç işler. Suçun cezası ise dönemin hukuk sistemine göre kaçınılmazdır: İdam. Adam, durumu fark eder etmez ülkenin en meşhur ve zeki avukatını tutar. Avukat soğukkanlı ve kendinden emindir: “Merak etme, seni kurtarırım,” der. Dava başlar. Mahkeme süreci işler, savunmalar yapılır. Fakat sonuç beklendiği gibi değildir. Hakim kararını açıklar: “İdam.”

Müvekkili paniğe kapılır. Ancak avukat sükûnetini korur: “Bu iş burada bitmez. Temyize gideceğiz.” Dosya temyize taşınır. Fakat temyiz mahkemesi de kararın arkasında durur: “İdam kararının onanmasına.” Artık umutlar iyice azalır. Adam çaresizlik içinde, avukata sitem eder. Avukat yine aynı sakinlik içinde karşılık verir: “Avam Kamarası'na gideceğiz. Oradan döner.” Avam Kamarası da toplanır, dosyayı inceler, tartışmalar yapılır. Parmaklar kalkar, karar değişmez: “İdam.”

Adam iyice öfkelenmiştir. Avukat hâlâ sakindir: “Lordlar Kamarası'ndan döner.” Lordlar Kamarası da toplanır, süreci değerlendirir ve yine aynı sonuca ulaşır: “İdam.” Umutlar artık neredeyse tükenmişken, avukat son hamlesini söyler: “Kraliçe’nin onayı olmadan hiçbir idam infaz edilemez. Kraliçe bu kararı bozar.” Kraliçeye gidilir. Kraliçe de kararı imzalar: “İdam.”

Artık gün gelmiştir. Londra’da halkın önünde idam sehpası kurulur. Hakimler, savcılar, güvenlik güçleri, halk ve tabii ki müvekkil ile onun hâlâ sakinliğini bozmayan avukatı oradadır. Cellat ipi hazırlar, adamı sehpaya çıkarırlar. İlmek boynuna geçirilir. Ayak altındaki iskemle tekmelenir. Adam havada sallanırken, avukat birden cebinden bir bıçak çıkarır ve ilmeği keserek adamı yere düşürür. Herkes şok içindedir.

Hakim, savcı, güvenlik güçleri hemen avukata koşar: “Sen ne yaptın?” Avukat cebinden İngiliz Ceza Yasası'nı çıkarır ve büyük bir soğukkanlılıkla şu açıklamayı yapar: “Yasada, müvekkilimin işlediği suçun cezası idamdır. Siz de onu idam ettiniz. Ancak yasada ‘idam edilerek öldürülür’ diye bir ifade geçmiyor. Bu durumda ceza infaz edilmiş sayılır.”

Bu açıklama üzerine tüm hukuk çevreleri derin bir tartışmanın içine girer. Olay yalnızca İngiltere’de değil, kısa sürede Avrupa’da ve dünyada hukuk camiasında konuşulan büyük bir vaka haline gelir. Kraliçe, bu olağanüstü hukuk manevrası karşısında adamı affeder. Ardından İngiliz Ceza Yasası'nda değişiklik yapılır ve yasaya açık bir hüküm eklenir: “İdama mahkûm edilen kişi, asılmak suretiyle öldürülür.”

Olayın yaşandığı dönemde ne televizyon vardır, ne sosyal medya, ne de dijital haberleşme. Ancak yaşananlar kulaktan kulağa, nesilden nesile anlatılır. Bugün hâlâ “ipten adam almak” deyimiyle hafızalara kazınan bu hukuk savaşı, zekânın ve kelimelerle yapılan stratejik savaşın nelere kadir olduğunu gözler önüne serer. Bu hikâye bize şunu hatırlatır: Adalet sadece yasa kitaplarında değil, onları nasıl yorumladığınızda saklıdır.

    Bazen bir insanın hayatı, satır aralarında fark edilmeyi bekleyen bir cümleyle yeniden yazılabilir.