Anadolu'daki bir köyde nesilden nesile aktarılan "eşek anırırsa abdest bozulur" hikâyesi, sorgulamadan benimsenen geleneklerin anlam kaymalarını vurgular.
Geçmişten günümüze aktarılan sözlü kültür öğeleri, zaman içerisinde anlam kaymalarına uğrayarak bambaşka şekillerde hayat bulabiliyor. Anadolu’nun mütevazı köylerinden birinde yaşanan ve yıllar boyunca nesilden nesile aktarılan bir durum, bu gerçeği tüm açıklığıyla gözler önüne seriyor. Yeni atanan bir imam, köylülerin her eşek anırışında abdestlerini tazelemeleri karşısında şaşkınlık yaşar. Durumu anlamaya çalışan imam, bu alışkanlığın kökenine indiğinde, ilginç ve düşündürücü bir gerçekle karşılaşır.
Köy halkı, çok eski dönemlerde suya ulaşmanın oldukça zor olduğu zamanlarda teyemmümle abdest almakta; yani toprakla arınmayı tercih etmektedir. Su ise, köye yalnızca eşeklerin sırtında getirilmektedir. O dönemlerde görev yapan bir imam, bu durumu cemaatine şu şekilde anlatır: “Şayet eşeğin anırdığını duyarsanız bilin ki köye su gelmiştir. Bu durumda toprakla alınan abdest geçerli sayılmaz.” Ancak bu açıklamanın yalnızca bir kısmı köylüler arasında yayılır: “Eşek anırırsa abdest bozulur.” Detayları ve bağlamı göz ardı edilen bu ifade, zamanla köyün dini pratiğinde değişmez bir kural halini alır.
Yıllar geçse de, köyde artık çeşmelerden su aksa da, köylü hâlâ eşek anırmasını bir işaret olarak kabul etmekte, ezberlenen bu alışkanlıktan vazgeçmemektedir. Yeni imamın bu durumu açıklaması da alışkanlıkları kırmakta yetersiz kalır. Bu olay, sadece bir mizah unsuru gibi görünse de aslında çok daha derin bir sorunu ortaya koymaktadır: Sorgulamadan, düşünmeden yaşanan bir hayat anlayışı. Geleneksel sözlerin, bağlamından koparıldığında nasıl yanlış bir şekilde kutsallaştırıldığına dair dikkat çekici bir örnektir bu.
Bilgiye ulaşmanın kolaylaştığı çağımızda, bireylerin hâlâ duydukları her şeyi sorgulamadan doğru kabul etmesi, yalnızca dini alanda değil, sosyal ve kültürel hayatta da büyük sorunlara yol açmaktadır. Ezberlerin sorgulanmadan uygulanması, bireyi kendi aklından, muhakemesinden ve iradesinden uzaklaştırmakta; onu edilgen bir konuma sürüklemektedir. Bu nedenle, yalnızca bir eşek anırmasıyla değil, yaşamın her alanında aklı kullanmak, bilgiye ulaşmak ve doğruları kaynağından öğrenmek zorunlu bir gerekliliktir.
İnsan, akıl ve irade ile sorumluluk sahibidir. İnanç da dahil olmak üzere tüm değerlerin özü, anlamlı bir şekilde yaşandığında kıymet kazanır. Gelenekleri yaşatmak elbette önemlidir; ancak bu geleneklerin içeriği ve bağlamı doğru anlaşılmadan körü körüne benimsenmesi, beraberinde birçok yanlışı da getirebilir. Hayatı, başkalarının sözleriyle değil, hakikatin izinde, sorgulayarak ve anlayarak yaşamak; insan olmanın ve inancın en temel gereğidir.