Demokratik toplumlarda huzuru bozan teröristlere ülkenin yargısı verebileceği en ağır cezayı vermezse, halk tepkisini gösterir cezanın yeterli olmadığını, demokratik eylemlerle dile getirirler. Devleti ve yargıyı uyarırlar.

Dünya devletlerinin tamamında, toplum düzenini sağlamak için, sosyal davranış ve hukuk kuralları vardır. Bu kurallara demokratik toplumlarda herkes uymak zorundadır. Kültürlü insanlar kendi huzurları ve çocuklarının gelecekleri için sosyal davranış kurallarını hayat tarzı olarak görürler, fertler kendileri bu kurallara uydukları gibi herkesin uyması için de gayret gösterirler. Uymayanlara, devlet dahi olsa toplumsal tepkilerini gösterirler.

          Avrupa devletleri ve gelişmiş ülkelerin tamamında da çok hassas olunan durum. Ülkede çıkartılan terör ve yıkıcı faaliyetlerdir. Ülke halkı ve devlet, toplum huzurunu bozan bu tür eylemlere karşı, hukuk çerçevesi içerisinde tedbirlerini alırlar. Suçlular ise hukukun verdiği en ağır cezalara çarptırılırlar.

          Demokratik toplumlarda huzuru bozan teröristlere ülkenin yargısı verebileceği en ağır cezayı vermezse, halk tepkisini gösterir cezanın yeterli olmadığını, demokratik eylemlerle dile getirirler. Devleti ve yargıyı uyarırlar.

           Bizdeki durum nedir? Diye soracak olursanız diyecek bir şey yok. Durum ortada. Endişeleri ortaya koymaya çalıştığınızda karşınıza iktidar dâhil bütün kurumlar çıkarak bozgunculuk yapma denir. Bunu hamaset olsun diye söylemiyorum. Otuz yıldır, cinayet işleyen kundaktaki bebeden yetmişlik dedeye kadar ayrım yapmadan büyük bir vahşetle cinayet işleyen cani Abdullah Öcalan Nasıl yakalandı? Niçin Türkiye ye teslim edildi? Türkiye ye teslim edilirken nasıl bir protokol imzalandı. Bunları tamamen bir kenara bırakarak sosyal ve hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetinin yargıçları caniyi insan hakları ve hukuk çerçevesi içerisinde yargılayarak idama mahkûm etti. İdam kalktığı için de cezası müebbet hapse çevrildi. Bu durum şehit ailelerini tatmin etmedi. Ancak kamu, caninin en azından yargılanarak ceza evine atıldığı ve ömür boyu cezaevinde kalacağını düşündüğü için, vicdanları bir nebze rahatladı.

           Buraya kadar eksikleriyle demokratik bir devletin yapması gereken ne ise o nu yapmış olduk dünya ya karşı demokrasi sınavımızı başarı ile verdik. Peki, bundan sonra yaptığımız nedir? Bu cani sanki otuz bin insanın katili değil de siyasi suçlu gibi görülmeye başlandı, yapılacak küçük düzenlemeler ile çıkartılacak bir aftan yararlanacağı gibi dağda gezmekten kurtularak milletvekili, başbakan, hatta cumhurbaşkanı bile olacak bir düzenleme çabasına girildi. Sanki bu cani ocakları söndürmedi. Çocukları yetim. Öksüz bırakmadı da bağımsızlık adına mücadele etti. Hemen misafirperverlik damarlarımız kabararak özür diler gibi beş yıldızlı oteli aratmayan odasına tıkarak her şeyiyle ilgilenmeye başladık. Yemeğinden doktoruna kadar her şeyi mükemmel. Dostları, avukatları ve akrabaları açık görüş yapıyorlar. onlarla sohbet ediyor.demek istediklerini avukatları aracılığıyla dünya komu oyuna duyuruyor.Devlete aba altından sopa gösterme küstahlığını yapıyor.

          Hükümet biz cani ile pazarlık yapmayız diyor. Ancak caniyi de rahat ettirmek için senin yuvan iyi değil diyerek beş milyon dolar harcayıp daha lüks bir istirahat hane yaptırıyor. Bu da yetmiyor sen yalnızlıktan sıkıldın arkadaşa ihtiyacın var senin yanına en az senin kadar azılı teröristleri de getireceğim. Onlarla bol, bol sohbet eder stratejiler belirleyip dışarıdaki taşeronlarınızı harekete geçirirsiniz diyor.

            Yoksulluk ve sefaletin boy, boy olduğu ülkem de insanlar sadaka kültürüyle yönetilmeye çalışılıyor. bir lokmaya muhtaç olan insanımız terörist başına yapılan bu kıyak karşısında şaşkın,tedirgin ben emekliyim,ben dul ve yetimim ben memurum,ben işçiyim,benim devletime karşı sadakatimin,bağlılığımın bedeli bu mu?Bir caniye verilen değerin hiç olmaz ise birazı bize gösterilemez mi?diye sormaktan da kendilerini alamıyorlar.Bu soruya ne cevap verilir.Ancak gün ola…denir.