Özgür insan olarak bahsedeceğimiz tek insan belki de sadece çıplak Adem’dir. Havva ortaya çıkıp elmayı yedikten sonra bireysel özgürlük sona ermiştir.

Özgür insan olarak bahsedeceğimiz tek insan belki de sadece çıplak Adem’dir. Havva ortaya çıkıp elmayı yedikten sonra bireysel özgürlük sona ermiştir.
Image

İnsanın ne kadar özgür olduğunu anlayabilmesi için bu kelimenin ne anlama geldiğini çok iyi bilmesi gerekiyor. Özgürlük kavramı kişiden kişiye değişse de, hayatımızın olmazsa olmazı durumunu her zaman devam ettiriyor. İnsan aklının esaret zincirlerini kırmasıyla, değer ve mana havuzunda insan kendine yer bulabiliyor. Tarih boyunca insanlık özgür anlayışın izini sürmüş, bu uğurda bedeller ödemiş ve ödemeye de devam etmektedir.

Kant, özgürlük anlayışı için kafa yoran filozoflardan sadece birisidir. Kant'a göre "kişi doğa yasalarını ne ölçüde durdurup aklın yasalarına uyarsa o ölçüde özgür olur!" Kant bu kuramını bir felsefe konusu olarak ele almış ve bu konulara uzun yıllar kafa yormuştur. Bu görüşün günümüzdeki manası kanaatimce şudur: Kişi isteklerini duygusal eğilimlerine göre değil, ahlak ve iyi bir insan olabilme erdem yasasına göre belirleyebiliyorsa özgürdür. Kant felsefesinde özgürlük eylemlerimizin değil, istemlerimizin bir özelliğidir.

Platon ise özgürlük kavramını, insanın kendi yapısını ve özelliklerini iyi bilmesi, nasıl bir insan olacağına kendisinin karar vermesi olarak tanımlanıyor. Platon'un kuramına göre, nasıl bir insan olacağı kişinin kendi elindedir, kendi olanakları dâhilindedir. Her kişi kendi kişiliğinin yaratıcısı, kendi yaşamının efendisidir.

Felsefe biliminde insan beyninin sınırları incelediğimizde, esaretin üç şeklinden bahsedildiğini görüyoruz. Bu konularda kafa yoran insanlardan biri de George Orwell'dır. Ona göre, toplum içinde esaret dediğimiz şey sınıf farklılıklarına dayanır. George Orwell, 1984 adlı romanında toplumun üç zümresinden bahseder. "Üst sınıf toplumu yönetir, kaynakları ve alt sınıfları sömürür. Orta zümre bu durumdan rahatsızlık duyar ve üst sınıftan kendi haklarını ister. Alt sınıf ise zorlukla hayatta kalan, günlük hayatın akışı içinde yaşam savaşı veren ve bu savaşım dışında pek az şey ile ilgilenen veya bu tür şeylere kafa yoran sınıftır.

Özgürlük savaşçısı olarak öne çıkan orta sınıftır. Orta sınıftan gelenlerin tarih boyunca alt sınıftakileri de yanlarına alarak üst sınıfı yıktıklarına ve yönetimi ele geçirdiklerine çokça şahit oluyoruz. Ancak her durumda zarar gören alt sınıfta yer alanlar oluyor. Zira orta sınıf, üst sınıfın yerine geçtiğinde, alt sınıf için hiçbir şey fark etmez, tekrar sömürülen konumuna geri dönerler. Bu arada doğal bir şekilde üst ve alt sınıflardan kopan zümrelerden yeni bir orta sınıf oluşur. Tarih boyunca bu döngü tekrarlar durur. Böylelikle alt sınıfın sadece patronları değişmiş olur. Esaretleri bir şekilde devam eder, gider.

Toplum yapılarındaki sınıfsal durum anlatılırken, bireysel esarete, özgürlüğe pek vurgu yapan olmaz. Zira bu farklı bir konu olarak görülür. Şunu biliyoruz ki, bir toplumdaki sosyal yapı ilerledikçe o toplumun içinde yer alan kişilerin özgürlükleri kısıtlanır. Önce aile bireyleri olmak üzere diğer kişilerin hakları, toplumun diğer bireylerinin hakları ve özgürlüğü, bireyin özgürlüğünü kısıtlar.

Çoğunlukla hakların diliyle ifade edilen özgürlük, kişinin diğer bireylerin haklarına saygı duyduğu sürece dilediği şekilde davranmasını, kimse tarafından zorla engellenmemesi ya da durdurulmamasını belirtir. Jean Jacques Rousseau, medeniyetin insanoğlunun çit yapmaya başlaması sonrasında doğduğunu söyler. Aslında tüm medeniyetler çitle çevrelenmiş esaretin ürününden başka bir şey değildir. Medeni insan için ise özgürlük esasında sınırlandırılmış alanda serbestlik demektir.

Ayrıca medeniyet, ‘medine’den, bu sözcüğün kökeni de deyn/din’den geliyor. Deyn kelimesinin anlamı ise borç demektir. Özgür insan da borcu olmayan insandır denebilir. Borçlu insan, kime borçlu ise borcun büyüklüğü oranında özgürlüğü kısıtlanmış, kısıtlı insandır. Kime borçluysanız, onun hakkında tüm düşündüklerinizi ifade edemezsiniz.

Ama şöyle bir şey de var: Bizi dünyaya getiren, büyüten anne babamıza, bizi doyuran besleyen doğaya, toprağa, suya borcumuz yok mu? Kullandığımız alet edevatı geliştiren insanlara borcumuz yok mu? Onlara da borçluysak, özgürlükten bahsetmek ne denli mümkün olabilir?

Denilebilir ki, zihinleri işgal edilen insandan özgür bir insan, onların toplamındansa özgür bir toplum çıkmaz. Velhasıl tam manasıyla özgür diyebileceğimiz bir insan ve hatta toplum yoktur. Özgür insan olarak bahsedeceğimiz tek insan belki de sadece çıplak Adem’dir. Havva ortaya çıkıp elmayı yedikten sonra bireysel özgürlük sona ermiştir. Sonrasında ortaya çıktığına inanılan yaşam şekli, bu özgür insanı adeta yok etmiştir. Aile kuralları, ahlak kuralları, din ve hukuk bizi kısıtlar ve özgür insan yaratma modelini kökten yok eder.

Jean Jacques Rousseau’nun dediği gibi etrafımızdaki çitler medeniyetin tarifi olabilir. Belki de bu manada "özgür insan ölü insandır." demek en doğrusudur.

Saygı ve sevgiyle kalın