Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Kur’an mealleri üzerindeki denetim yetkisi, hukuki belirsizlikler, ifade özgürlüğü ve dinî çoğulculuk açısından kritik tartışmalara yol açıyor. Yeni yasa, meallerin inceleme ve toplatma sürecini kurumsallaştırırken, din-devlet ilişkilerinde önemli bir dönüm noktası teşkil ediyor.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilen ve fiilen uygulanmaya başlayan yasal düzenleme ile Diyanet İşleri Başkanlığı ve Din İşleri Yüksek Kurulu’na, Kur’an-ı Kerim mealleri üzerinde geniş bir denetim ve toplatma yetkisi verilmiştir. Bu çalışma, söz konusu yasal düzenlemenin hukuki temellerini, ifade özgürlüğü ve dinî çoğulculuk üzerindeki etkilerini, toplumsal ve sosyolojik yansımalarını kapsamlı bir biçimde incelemektedir. Ayrıca, Türkiye’de dinî metinlerin devlet kontrolüne tabi kılınmasının tarihsel süreçteki konumu ve güncel dinamikler ışığında ortaya çıkabilecek riskler ve fırsatlar tartışılmaktadır.


Türkiye’de din ve devlet ilişkileri tarih boyunca karmaşık ve hassas bir alan olmuştur. Devletin dinî metinler üzerindeki denetim yetkisi, özellikle Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte şekillenmiş ve zaman zaman tartışma konusu olmuştur. Son dönemde gündeme gelen ve Diyanet İşleri Başkanlığı’na Kur’an mealleri üzerinde doğrudan inceleme ve toplatma yetkisi veren yasal düzenleme, dinî metinlerin denetiminde yeni bir dönemi başlatmaktadır. Bu çalışmanın amacı, söz konusu düzenlemenin hukuki ve toplumsal boyutlarını derinlemesine analiz etmektir.

Hukuki Çerçeve ve Yetki Sınırları


Yeni yasa düzenlemesi, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın “İslam’ın temel esaslarına aykırı” bulunan Kur’an mealleri ve tercümeleri üzerinde resen veya şikâyet üzerine inceleme yapmasına ve bu eserlerin basımını, yayımını durdurmasına; yargı kararı ile toplatılıp imha edilmesine imkân tanımaktadır. Ancak “İslam’ın temel esasları” ifadesinin hukuki açıdan muğlaklığı, keyfi uygulamalara zemin hazırlayabilecek bir husustur. Hukuk devletinde yasaların açık, kesin ve öngörülebilir olması gerekirken, bu tür soyut kavramlar yorum farklılıklarına açık olmakta ve belirsizlik yaratmaktadır. Ayrıca, yasanın yürürlüğe girmeden önce benzer uygulamaların başlaması, hukuki belirlilik ve yasa önünde eşitlik ilkelerine aykırılık riski taşımaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 26. maddesi ifade özgürlüğünü, 24. maddesi ise din ve vicdan özgürlüğünü güvence altına almaktadır. Yeni düzenleme, bu haklarla doğrudan çelişme potansiyeline sahiptir. Anayasal koruma altında olan düşünce ve ifade özgürlüğünün sınırları, ancak kanunla, demokratik toplum düzeninin gerekleri doğrultusunda ve kişi haklarının korunması amacıyla sınırlandırılabilir. Ancak mevcut düzenlemede, sınırlandırmanın kapsamı ve ölçülülüğü tartışmalıdır.

İfade Özgürlüğü ve Dinî Çoğulculuk Üzerindeki Etkiler


Kur’an mealleri, farklı ilahiyatçı, akademisyen ve düşünürler tarafından farklı metodolojiler ve yorum yaklaşımlarıyla hazırlanabilmektedir. Bu çeşitlilik, dinî düşünce zenginliği ve çoğulculuğun temel taşlarından biridir. Devlet eliyle tek bir yorumun ya da resmi görüşün dayatılması, teolojik çeşitliliğin ve entelektüel tartışmanın daralmasına yol açabilir. Bu durum, toplumda dini inanç alanında hürriyetlerin kısıtlanması anlamına gelirken, farklı mezhepler, yorum ekolleri ve bireysel inanç arayışları için engeller oluşturabilir.

Bu bağlamda, yasal düzenlemenin dini metinlerin yorumlanmasında özgürlükleri ne derece kısıtlayacağı, alternatif yorumların yok sayılması ve resmî din anlayışının dışındakilerin dışlanması riskleri tartışılmalıdır. İfade özgürlüğü alanında temel kabul, çoğulculuğun ve farklı bakış açılarının korunmasıdır. Bu ise demokratik toplumların temel yapısını oluşturur.

Sosyolojik Boyutlar ve Toplumsal Sonuçlar


Türkiye, çok katmanlı ve farklı inanç pratiklerinin birlikte yaşadığı bir toplumdur. Devletin din alanındaki müdahaleleri, özellikle de dinî metinlerin denetimi, toplumsal kutuplaşmayı artırabilir. Dinî yorumların tekelleştirilmesi, farklı kesimlerin kendini dışlanmış hissetmesine ve resmi din anlayışına karşı tepki geliştirmesine neden olabilir. Bu süreç, yeraltı dinî hareketlerin güçlenmesi ve toplumsal gerilimlerin yükselmesi riskini de beraberinde getirir.

Ayrıca, dinî otoritenin devlet tarafından belirlenmesi, toplumda dini güven bunalımı yaratabilir. İnsanların dinî deneyimlerini ve yorumlarını özgürce ifade edememesi, inanç aidiyetlerini zedeleyebilir ve manevi arayışlarda zorluklar doğurabilir. Bu durum, sosyal bütünlüğü tehdit edebilir ve farklı inanç grupları arasında ayrışmaları derinleştirebilir.

Tarihsel Perspektif: Devletin Din Metinleri Üzerindeki Kontrolü


Dünyada ve Osmanlı-Türkiye tarihindeki örnekler, dinî metinlerin devlet otoritesi tarafından kontrol edilmesinin farklı sonuçlarını göstermektedir. Engizisyon, Reform hareketleri ve çeşitli devlet din ilişkileri, bu alanda alınacak kararların hassasiyetini ortaya koymaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik ilkesi, devletin din işlerine müdahalesini sınırlandırmakla birlikte, Diyanet gibi kurumlar üzerinden din üzerinde kontrol mekanizmaları tesis etmektedir. Ancak, bu denetimin sınırları demokratik hukuk çerçevesinde açık ve net olmalıdır.

Diyanet İşleri Başkanlığı’na verilen Kur’an mealleri üzerindeki denetim ve toplatma yetkisi, hukuki belirsizlikler ve demokratik haklar açısından önemli riskler taşımaktadır. Mevcut düzenlemenin, ifade özgürlüğü ve dinî çoğulculuğu koruyacak şekilde revize edilmesi gerekmektedir. Açık ve net kriterlerin belirlenmesi, keyfî uygulamaların önüne geçilmesi için zorunludur. Ayrıca, bağımsız denetim mekanizmalarının oluşturulması, sivil toplum ve akademik çevrelerin sürece katılımının sağlanması demokratik işleyiş açısından kritik önemdedir.

Bu süreçte, Türkiye’nin dinî çeşitlilik ve demokratik çoğulculuk ekseninde yol alması, hem toplumsal barış hem de bireysel hakların korunması bakımından elzemdir.