Osmaniye mahalli kıyafetlerini araştırırken ilginç tespitlere rastladım. Tespitlerin doğruluğunu ise tarihi kaynaklar ve Folklor araştırmacılarının doğruladığına şahit oldum. Hep aklımı kurcalar dururdu. Eski insanlar şalvarla ata nasıl binerler diye. Şalvarın Türk tarihine nasıl girdiğinide merak eder dururdum. Çocukluğumda bende ata çok bindim, köyde at yarıştırmak bizde tutkuydu. İki atımız vardı iki kardeş biner onları otlatmaya götürürdük. Giderkende gelirkende dört nala koşturur yarış ederdik. Pantolonla tanışmamız 12 yaşında Ortaokula başladığı zaman oldu. 12 yaşımıza kadar hep şalvar giyerek büyüdük. Ancak atların üzerine bindiğimizde şalvar işkence olurdu, peyki atın sırtına oturur ayaklar diz kapaklarına kadar yukarı çemrenirdi.

Ömrü at sırtında geçen bir milletin şalvar giymesine, günlük hayatında buna bu kadar yer vermesine mana veremiyordum. Ne zamanki Osmaniye mahalli kıyafetleri ve Mahalli oyunlarını araştırmaya başladığımda şalvarın gerçek yüzünü öğrendim ve şalvarın Türk’e has bir giysi olmadığını anladım.

Şalvar 1833 yılında Mısırlı İbrahim paşanın Çukurova’yı istila etmesi ile bölgeye giriyor. Mısırlı Fellahların (tarım işçileri ırgat) Çukurova’ya yerleşmeleri ile yaygınlaşıyor. Yöre halkı da tarlada çalışırken rahatlığından dolayı şalvar giymeye başlıyorlar ve yaygınlaşıyor. (İsmet İpek Osmaniye Folkloru ve Halk Kültürü Sempozyumu bildirisi)

Şalvardan önce Çukurova’da yaşayan Türkmenler Potur benzeri dizden aşağısı düğmeli uçkurlu pantolon kadar dar olmayan ancak pantolon benzeri bir giysi giymişlerdir. Körüklü denen bu giysinin ata binmede, yürümede çok rahat olduğu, ayrıca ellik olarakta gündelik hayatta kullanıldığını kaynak kişilerden öğrendik.

Gayet şık bir giysi olan körüklünün üzerine salma kollu, yakasız, pamuklu ketenden, Şile bezine benzer, çıbıklı denen kumaştan yapılan ve “İşlik” adı verilen bir tür gömlek giyilirken, bele “Hama kuşağı diğer adıyla Tarabulus” denen ipekli bir kuşak bağlanıyor. Bu işliğin üzerine ise ellik olarak “Sırma cepken” gündelik olarak ise “Boz aba” giyilir, başa da sırma terlik, kışın ise keçe külah giyilir üzerinden poşu sarılırmış.

Adlarını kayanak kişilerden aldığımız bu giysileri hazırlyıp giydik ve gördük ki Osmaniye insanı geçmişte o kadar şık ve zarif giyinmiş ki bu günküne beş çeker.

Tüm bu araştırmalardan şu sonuca vardığımı sizlerle paylaşmak isterim; Bir insan veya bir toplum bir yerden bir başka yere göç ettiklerinde kültürlerini göç ettikleri yurtlarında bırakıp, göçtükleri yerin kültürünü hemen alamıyorlar. İnsanlar kültürleri ile göç ediyor ve gittiği yere mümkün olduğu kadar kendi kültürünü yaymaya ve yaşatmaya çalışıyorlar. Halk bilimciler buna “Kültürlenme” diyorlar. Eğer ki göçü alan yerleşim alanında hakim ve baskın bir kültür yok ise göçerek o yerleşim yerine gelen insanların kültüründen etkileniyor ve o kültürü alarak kültürleniyor.

Şalvar da Mısırlı istilasında Çukurova tarumar olmuş, Kınıklar bölgeden çekiliyor, kaçıyor, fetred devri başlamış insanlar can derdinde, Çukurova terk edilmiş bir zamanda Mısırlı Fellahlar tarım işçisi olarak Çukurova’ya yerleşiyor ve 1840 yılında yapılan Kütahya antlaşmasından sonra Fellahlar özellikle Adana, Karataş sahilden Tarsus’a kadar olan bölgede yerleşik halde kalıyorlar ve kendi kültürleri ile yaşıyor ve yerleşik düzene geçiyorlar.

Gara şalvarda Çukurova’da yaygın olarak kullanılan bir giysi olarak günümüzde dahi varlığını sürdürüyor.