Dijitalleşme hayatı hızlandırırken, insan sıcaklığı ve yüz yüze iletişim kayboluyor. Sosyal bağların zayıflamaması için teknoloji, yaşamın sadece bir aracı olarak görülmeli, insan ilişkileri öncelik kazanmalıdır.

Teknolojinin yaşamımızı nasıl dönüştürdüğünü anlamak, bu dönüşümün yalnızca faydalarıyla değil, aynı zamanda bedelleriyle de yüzleşmeyi gerektiriyor. Bankada sıradan bir havale işlemi için harcanan bir saatin, genç bir birey için zaman kaybı olarak görülmesi anlaşılır olabilir. Ancak yaşlı bir adamın gözünden bakıldığında, bu bir saat; yalnızlığın içinde küçük bir mola, hayatla kurulan sade ama derin bir bağ, insan sıcaklığının hissedildiği değerli bir zaman dilimidir.

Oğlunun iyi niyetle yönelttiği “Neden internet bankacılığı kullanmıyorsun?” sorusuna verilen cevap, modern hayatın en temel eksikliklerinden birine işaret ediyor: insan temasının giderek silikleşmesi. “Bugün bu bankaya geldiğimden beri dört arkadaşımı gördüm, sohbet ettim,” diyen baba, dijital dünyanın sunamayacağı bir gerçekliği hatırlatıyor. Çünkü teknoloji, işlemleri hızlandırabilir ama bir çift gözle kurulan bağı, bir gülümsemeyle gelen içtenliği, sokakta tanıdık bir yüzle karşılaşmanın verdiği güveni sunamaz. Bunlar, yalnızca insan ilişkilerinde mümkün olan, duygusal değeri olan bağlardır.

Modern toplumun, özellikle büyük şehirlerde yaşayan bireyleri yalnızlaştırdığı inkâr edilemez. Marketten sipariş verdiğimizde, arka plandaki görevliyle hiçbir etkileşim yaşamıyoruz. Oysa fiziksel olarak o markete gitmek, bir selam vermek, fiyatları konuşmak, belki de küçük bir espriyle gülümsemek; insana kendisini toplumun bir parçası gibi hissettiriyor. Yalnız yaşayan yaşlı bir birey için bu temaslar, yalnızca sosyal değil, duygusal da bir ihtiyaç halini alıyor. Ve evet, bu tür bağlar sayesinde bir manav, hastalandığınızda sizi ziyarete gelebiliyor. Çünkü artık sadece bir müşteri değil, tanıdığı birisiniz.

Burada asıl mesele teknoloji karşıtı bir bakış açısı geliştirmek değil. Aksine, teknoloji sayesinde sağlık hizmetlerine daha kolay erişebiliyor, bilgiye anında ulaşabiliyor, sevdiklerimizle mesafeler ötesinden görüntülü konuşabiliyoruz. Ancak mesele, teknolojiyi nasıl kullandığımız ve onun yaşamın hangi alanlarını istila etmesine izin verdiğimizdir. Her şeyi online yapma konforu, insan ilişkilerimizi yüzeyselleştirdiğinde ya da ortadan kaldırdığında, kolaylık bir yalıtıma dönüşebilir. Sosyal bağların yerini sanal bağlantılar aldığında, toplumsal aidiyet duygusu sarsılır.

Yaşlı bir babanın sözcükleriyle dile gelen bu farkındalık, aslında sadece yaşlılara özgü bir mesele değildir. Genç kuşakların da giderek dijital mahremiyetin içinde izole hale geldiğini, ilişkilerin mesajlarla sürdürüldüğü, yüz yüze konuşmaların azaldığı bir çağda yaşadığımızı hepimiz biliyoruz. Belki de bu yüzden, “Amazon bunu da teslim edebilir mi?” sorusu yalnızca retorik değil, oldukça derin bir uyarıdır.

Bu nedenle teknolojiye entegre olurken, insan temasının sıcaklığını unutmamak gerekir. Bir selamın, bir sohbetin, bir tebessümün gücünü küçümsememeli; sadece ekranlara değil, birbirimize de bakmayı öğrenmeliyiz. Hayat yalnızca hızdan ibaret değildir. Hayat; hissedilen, paylaşılan ve dokunulan bir şeydir. Ve bu dokunuş, bazen bir bankada sırada beklerken, bazen pazarda alışveriş yaparken, bazen de sokağın köşesindeki bir tebessümde gizlidir.

Belki de geleceğin en büyük lüksü, yüz yüze iletişim kurabilmek olacak. Ve biz, bu lüksü kaybetmemek için teknolojiyi yaşamın bir aracı haline getirip, onun hayatın kendisi haline gelmesine izin vermemeliyiz. Çünkü hayat, yalnızca işlerin hallolması değil; insanların birbirini görmesi, duyması ve anlamasıyla anlam kazanır.